25 Aralık 2012 Salı

Gece Çalışanlara...

        "Gündüz asla yazmam. Alışveriş merkezinde giysilerin olmadan koşmak gibi bir şey. Herkes seni görebilir. Gece… İşte gece asıl maharetini, büyünü gösterdiğin zaman". Charles Bukowski

20 Aralık 2012 Perşembe

Duyuru: Prof. Dr. Aslı Tunç ile Röportaj Çok Yakında!

Twitter hesabımı ve blog'u açalı yarın bir yıl olacak. Ne zamandır 1 senenin şerefine bir şey yapmayı planlıyordum. Aslı Hoca'yla konuştum ve röpotajı kabul etti. Biz tez yazarları, sürekli şikayet ediyoruz. Tez danışmanını belirlerken, tez danışmanı belirlendiğinde, tez önerisi hazırlarken, tezi yazarken, tezin jurisi belirlenirken, tezi savunurken... Peki ya sac ayağının diğer ucundaki... Bizim hocamız, danışmanımız... O bu aşamada ne düşünüyor, bizden ve tezden ne bekliyor? 
     
             Sizler de bir hocayı/bir tez yazarının danışmanını bulmuşken soracaklarınız varsa bana iletebilirsiniz... 
              
             Tanımayanlar için Prof. Dr. Aslı Tunç http://www.bilgi.edu.tr/tr/rehber/kisi/asli-tunc/
              
             Twitter'da takip etmek isteyenler için https://twitter.com/aslitunc 

22 Kasım 2012 Perşembe

Bugün Tez Günü!


           Bugün tez günü dostum! Hatta belki de bu hafta da olabilir… Zira haftaya düzeltmiş olduğum bir bölümü danışmanıma vermem gerek. Bir kahve yap kendine ve bana katıl!

              Hava da inadına güzel!... (İç ses: Öhöömm… bunları karıştırıp ilgiyi dağıtmayalım).

            Bu arada fark ediyorum ki sadece bende değil sizlerde de bir tembellik var (Twitter’da takip ettiğim kadarıyla)… Bu yüzden de biraz silkinme zamanı geldi de geçiyor. Özellikle benim gibi ilk uzatmanızı aldıysanız önümüzde 1-2 ay kaldı. Teze yeni başlayanlar biraz rahat olabilirler; ancak unutmayın bu rahatlık fazla sürmez! Sonra benim gibi durduk yere 1 seneden olursunuz.

            İşte bu yüzden de haftaya son 2 günü uykusuz geçirmemek adına bugün tamamen tezle ilgilenmeyi düşünüyorum. Word dosyamı açtım, kitaplarımı yaydım. Buyurun bekliyorum… 

3 Kasım 2012 Cumartesi

ÖSYM’nin Yaptığı Sınavlara Girişteki Yasaklara İlişkin…


            Bu yazıyı yazmaktaki amacım; gerçekten merak ediyor olmamdır. Eğer yaşadıklarınızı ve fikirlerinizi paylaşırsanız sevinirim.
            Sınava giderken takı, bozuk para, cüzdan, çanta vs. yanımıza almadan gidiyoruz. Bunu son 2 yıldır kanıksadık. Peki, ya yiyecek? Su dışında bir şey götüremiyoruz ve sınav boyunca ÖSYM’nin verdiği 3 şekerle yetinmek zorundayız. Sağlığı yerinde olanlar problem yaşamıyor olabilirler; ancak merak ediyorum bu sınavlara girenler arasında hiç mi tansiyon, şeker ya da benim bilemediğim 3-4 saat aç kalınca nüksedecek rahatsızlığı olan insanlar yok? İlaçlarını, reçetelerini gösterdikleri takdirde içeri sokabilme imkânları var, biliyorum. Öğrenmek istediğim yaşanılan sıkıntılar.
            Sağlıklı bir insanın bile sınavın son 1 saatinde, açlıktan midesinden sesler geldiği zamanlar oluyor. 2-3 lokma bir şey atıştırılsa sınava daha verimli devam edileceğini düşünüyoruz. Peki, ya rahatsızlığı olanlar? Onlara ne oluyor? Her sınavda, vücutlarının son dayanma noktasına kadar mı sınavda kalabiliyorlar? Her sınavda, 5-10 dakika daha dayanabilmek için vücut dirençlerini arttırmaya mı çalışıyorlar?
            Üstelik, bir şey olsa ne bir telefon ne de haber verilecek insanların telefon numarası var. Böyle bir çağda telefon götüremediğimiz gibi, potansiyel suçlular gibi lazım olabilecek her şeyi de evde bırakıyoruz. Madem telefonları bıraktık, eskiden olduğu gibi çantaya, anahtara, yiyeceğe karışılmasın.
            Eğer böyle bir probleminiz varsa nelerle karşılaştığınızı merak ediyorum. Dile getirilsin ve bir çözüm bulunsun istiyorum. 

6 Ekim 2012 Cumartesi

ÜDS’de ya da ÖSYM’nin Herhangi Bir Sınavında Uyulması Gereken Kuralları Bir de Ben Yazdım!


       Size sınav kurallarını yeniden saymak gibi bir niyetim yok. Nitekim çıplağa yakın gideceğinizi biliyorsunuz. Benim derdim yazılı olmayan kurallar.
·  Öncelikle sabah biraz erken kalkıp güzel bir kahvaltı yapın. Malum yanımızda bir şey götüremiyoruz. Yoldan alsan “üstü kalsın” demek zorundasın. En iyisi siz evde iyi bir kahvaltı yapın. Sizi ayıltan (çay ya da kahve) bir şey için. 1-2 yudum da olsa için.
·         Rahat kıyafetler giyin; hatta isterseniz çıkmadan önce bir duş alın, rahatlarsınız.
·    Bir yerde okumuştum; kan dolaşımını hızlandıran ufak hareketler yapın, diyordu; ancak zaten yürüyüp bir telaş içinde koşturmaca yeterli olur herhalde.
·         Yanınıza su alın.
·         Sınav yerine biraz erken gidin. Tuvalete girin, sınav esnasında tuvalet izni yok.
·    Sınıfa girince yerinize iyice yerleşin. Sıranız sallanıyor mu, kontrol edin. Kâğıt falan sıkıştırıp dengeleyin, bir şey yapın. Sınavda sırayı tıngırdatmayın.
·         Sınav sırasında lüften BACAKLARINIZI SALLAMAYIN!
·      Sınav sırasında, uzun saçlıysanız arkaya doğru saçlarınızı savurmayın. Unutmayın arkada oturan biri hep oluyor. En arkada oturan sizseniz istediğinizi yapın.
·         Sınav sırasında sakız çiğnemeyin. Şekerinizi kıtırdatsanız da çok uzun sürmesin.

Herkese sınavında başarılar; ama n’olur bacaklarınızı sallamayın emi… Eğer bir an için salladığınızı fark ederseniz, kesin sağ ya da sol çaprazınızda ben oturuyorumdur.

18 Eylül 2012 Salı

ÜDS-KPDS'ye Yönelik Kelimeler

           Geçenlerde sizlere zulamda olan kelime listesinden bahsetmiştim. Şimdi onu paylaşıyorum. Aşağıdaki linkten indirebilirsiniz. Bir hafta kadar sitede tutacağım; ancak daha sonra kaldıracağım. Bilginize... İyi çalışmalar herkese...

            http://uploaded.net/file/gacgmr2a

4 Eylül 2012 Salı

Bu Yaz Ne Yaptığımı Biliyor Musunuz?


            “Evet, biz de seni çok merak etmiştik!” dediğinizi duyar gibiyim.
            Aslında tezi uzatıp rahata ermişliğim olmadı maalesef. Önce, ucunu hepten bırakmamak için 1. ve 2. bölüm için danışmanın verdiği düzeltmeleri tamamlamaya çalıştım; ama henüz tam olarak bitmediler. Yarısı halloldu, diyelim.
            3. bölüm; yani araştırma kısmı için verileri topladım. Sonra öylece kenara koydum ve hiçbir şey yapmadım.
            Bir makale vardı. Birkaç kez başlamaya teşebbüs ettim; ama o da şu anda yarım.
            Ama… Bu kez tez dışında da bir şeyler yaptım. Az gezdim, dolaştım. Birkaç suya girip çıkmışlığım oldu. Charles Baudelaire’nin Paris Kasveti’ni, Seneca’nın Teselli’sini okudum. Bir de bir kitap var ki elimde süründü gitti. Aynı tezim gibi! Alkım Yayınevi’nin çift taraflı bir kitabı: Bir taraf Tolstoy (neyse ki o tarafını bitirdim), diğer tarafı da Daudet.
            Bu arada Twitter’dan da gördüğünüz üzere The Vampire Diaries’e sardırdım. Bir de kışın yapamadığım –eksikliğini hissettiğim– bir şeyi yaptım ve bol bol film izledim; ancak izlediklerim daha çok “sonra izlerim” deyip kıyıya köşeye attığım şeylerdi.
            Bu arada yaz, tam olarak bizi terk etmese de yavaş yavaş birbirimizden ayrılsak iyi olur.
            Tez yazarları hazır mı?

8 Temmuz 2012 Pazar

Seyfi Hoca Röportajı: ÜDS/KPDS Nedir, Nasıl Hazırlanmalı?


          Size daha önce bahsettiğim gibi bugün Seyfi Hoca’yla röportajımızı Gtalk’tan gerçekleştirdik. Hocanın röportajı sesli yürütme talebini gerçekleştiremesem de bir saat kadar süren hoş sohbette, kendisinin, sınavlarda bize yol göstereceğini düşündüğüm bilgiler verdiğini düşünüyorum.

          Yüksek lisans için ÜDS/KPDS notu gerekli mi?
Buguntezimiçinnaptim: Hocam, bu röportajı sosyal bilimler alanında yüksek lisans tezi yazan ve ÜDS/KPDS’yle başı sürekli dertte bir öğrenci olarak yapıyorum. Öncelikle soruları kendi deneyimlerimden, blog’umda ve aynı isimli Twitter hesabımdaki takipçilerimde diyaloglarımdan yola çıkarak hazırladım.
Bazı arkadaşlara da dün gece sormak istedikleri sorular varsa bana iletmelerini söyledim.
Bu arada blog'umda ilk kez bir röportaj olacak ve lisansüstü öğrencilere yönelik bu röportajın bizlere faydalı olacağını düşünüyorum. Öncelikle teşekkür ederim kabul ettiğiniz için.
SH:  Umarım yararlı olur.
BTİN:  İlk sorum, sizce yüksek lisans başvurularında ÜDS/KPDS şartı aranmalı mıdır? Yoksa dil şartı aranmasını gereksiz mi buluyorsunuz?
SH:  Bu bölümden bölüme değişebilecek bir durum. Bazı bölümlerde yabancı dil bilmek çok önemli. Bu bölümlerde çalışacak veya çalışmalar yapacak kişilerin yabancı dil seviyelerinin mutlaka ölçülmesi gerekiyor; ama bazı bölümler için bu tür bir sınava gerçekten gerekli değil.
BTİN: Peki bu kişiler sonrasında akademik kariyer yapmayı düşünüyorlarsa da gerekli değil mi? İlerisi için?
SH:  Daha sonra bu kişilere yoğun hizmet için eğitimler verilebilir veya türlü teşviklerle dil öğrenmeye yüreklendirilebilir. Yurtdışına gönderip 1-2 yılda kendilerini rahat ifade edebilecekleri bir noktaya gelebilirler. Zaten yeni nesil iletişim noktasında daha rahat. Gelecekte yabancı dilde iletişim kurma sorununun daha da azalacağını düşünüyorum. Bizim nesil baskı altında hata yapma korkusu ile eğitildi. Yabancı dilde iletişim kurma bizim neslimize çoğu zaman bu yüzden zor geliyor.

“ÜDS/KPDS arasında fark yoktur!”
BTİN:  Şimdi ÜDS ve KPDS sınavlarına gelirsek... Bu 2 sınav arasında bir fark var mı?
SH:  ÜDS akademik bir sınav, KPDS ise yabancı dil seviye belirleme sınavı. ÜDS eleme üzerine kurulu, KPDS ise seçme. ÜDS’ye akademisyenler daha fazla ilgi gösteriyor KPDS’ye kamuda çalışanlar. ÜDSye girenler çoğu zaman altyapı sorunu olduğu halde ÜDS’ye giriyorlar, KPDS’ye girenlerin altyapı sorunu genelde olmuyor. ÜDS önce yapılıyor KPDS daha sonra. Bu yüzden ÜDS’ye gergin giren KPDS’ye rahat giriyor. ÜDS tazminat için işe yaramıyor, KPDS öyle değil. ÜDS’yi özel sektör tanımaz, KPDS’yi tanır.
Soru türlerinde ÜDS’de durum ve yakın anlam yok. KPDS’de var. İngilizcesi çok iyi olup tazminat almak isteyenler KPDS’ye girer, ÜDS’ye değil. ÜDS’ye girenler dil öğrenmeye daha az motive olmuş durumdadır. KPDS’ye girenler dil öğrenmeye daha çok motive olmuş durumdadır.
Ankara, KPDS’ye girenlerin en çok olduğu şehirdir. Burada verilen eğitimler köklüdür, sınava girenler tecrübeli ve birikimlidir. ÜDS’nin merkezi yoktur, girenler çoğunlukla gençtir ve yabancı dil öğrenme istekleri çoğu zaman DÜŞÜKTÜR VEYA YOKTUR.
BTİN:  Akademisyenlerden yeni nesil ÜDS’ye daha çok önem verebilirler; ancak ben daha eski nesil akademisyenlerin hala KPDS’ye girdiklerini görüyorum.
SH: KPDS, köklü bir sınav, ilk defa 1992 de yapılmış. ÜDS, 2000 de başladı. Bu alışkanlıktan olsa gerek. Daha önce doçentlik sınavı vardı. Bu KPDS oldu. KPDS’ye girme alışkanlığı kırılamamış olabilir.
Tabi KPDS, ÜDS’den sonra yapılınca pek çok kişi KPDS’de başarılı oluyor. Bu da sanki KPDS daha kolaymış izlenimi yaratıyor. O yüzden KPDS’ye girme eğilimi yaygın olabilir. KPDS önce ÜDS sonra olsa bu durum tersine dönerdi.
BTİN:  O zaman bu dediklerinizden de yola çıkarak… Son 3 sınavdır KPDS soru sayısı 100’den 80’e düştü. Sınav için “ÜDS’ye denk oldu” diyebilir miyiz?
SH:  ÜDS ile KPDS birbiri ile neredeyse aynıdır. Girenlerin sınava girme psikolojileri  ile sınav iklimleri arasında farklar var.
BTİN:  Fark sınavlarda değil girenlerin psikolojisinde diyorsunuz?
SH:  Olay büyük ölçüde bununla ilgili. Sınav tarihlerine bakılırsa bu ne anlaşılır. Mart ÜDS mayıs KPDS; ekim ÜDS kasım KPDS. Önce ÜDS sonra KPDS aralarda 1 ay var. ÜDS’de yapamayan KPDS için kasıyor. Doğal olarak KPDS'de geçiyor. Bu da sanki KPDS daha kolaymış izlenimi yaratıyor.

Sosyal Medya sınavlar için en büyük tehlike!
BTİN:  Ben son KPDS’yi zor buldum. Sınav tarzını değiştirdikleri için ÖSYM’nin tarzı tam oturtamadığını düşündüm.
SH:  Zorluk göreceli bir kavram. Her sınavda binlerce insan 90-100 alıyor. Sonuçta birileri bu sınavları mutlaka geçiyor; ama birileri de 49 ve altı puanlar alıyor. ÖSYM için birilerinin geçiyor olması önemli. Kalanları umursadıklarını düşünmüyorum. Sistem kendine gerekli olan nitelikli elemanı seçiyor. Bu durumda birileri de mutlaka şikâyet edecektir. İlgin bir şekilde sosyal medya başında çok zaman geçirenler en çok şikayet edenler oluyor; oysa o zamanı sınava hazırlanmaya harcasalar sınavı çok rahat geçecekler.
BTİN:  Bana taş mı geldi, üstüme mi alınmalıyım? :)
SH:  Yoo, bu bir tespit. Derslerde bunu hep söylerim. Sosyal medya çıktı çıkalı böyle bir durum oluştu. Saatlerimiz sosyal medyada tükeniyor, dizilerle yarışmalarla ömrümüzü harcıyoruz. Her gün 3 saat ÜDS ve KPDS için çalışsak 4 ayda 90 alırız. :)
BTİN:  Evet, sosyal medya yokken de TV vardı. Bazen de çalışmak istemeyince bu tarz bahaneler buluyor olabiliriz gibi geliyor.
SH:  Yani… Diziler, yarışmalar ömrümüzü yiyor bence. Bunlara gömülmüş birinin şikayet etmeye hakkı yok bence.

“ÜDS/KPDS için kurs şart değil”.
BTİN:  Sizce ÜDS/KPDS için kurs şart mıdır? Kurs şartsa uzun süreli (1 yıl gibi) bir kursa mı, 3-4 aylık özellikle sınavlara yönelik kurslara mı gidilmelidir?
SH:  ÜDS ve KPDS için kurs şart değil. Çalışma iradesi, azmi, kararlılığı, metaneti olan ve sebat gösteren herkes kendi başına çalışarak istediği her puanı alabilir. Artık her yer kaynak dolu, sesli görüntülü, basılı yöntemler çözüldü. Şifreler çıktı. Herkes, her şeyini paylaşıyor bu konuda. İş sadece çalışmaya kalıyor.
BTİN:  Şifre deyince aklıma geldi; önceki sınavlarda 5’li grup sorularında her şık için 1 kez işaretleme hakkımız oluyordu. Örneğin, diyalog sorularında 1 soru “a” ise diğerleri asla “a” olamazdı; ama artık kişiye özel soru kitapçığı sayesinde bu yok.
SH:  Bir dönem öyleydi. Evet, artık bu yok
BTİN:  Bu da işleri muhtemelen zorlaştırdı.
SH:  Evet, aynı fikirdeyim. Eskiden bu tür şeylerle çoook geçen oldu; ama sistem her defasında açıklarını kapatıyor. Tıpkı bir yazılım gibi hata veren yerler düzeltiliyor. Amaç, her zaman daha "nitelikli”yi seçmek.

“Taktik” öğreten kurslarla sınırlı sayıda soru çözülebilir.
BTİN:  Hazır kurslarla ilgili sormuşken bir de kurslarla ilgili şuna sormak isterim. ÜDS/KPDS için “taktik” veren, “kısa yoldan çözümlü” tarzda olan kursları bu geçerli buluyor musunuz? Bu sınavlarda “okumadan”, pratik yollarla çözülecek sorular olduğu söylemi, doğru mudur?
SH:  Bu değişir. Altyapısı sağlam olan bir kişi bu tür kısa süreli bir kurstan yararlanabilir; hızlanır, serileşir; ama bu tür kurslar altyapısı olmayana geçici bir yarar sağlar ama kalıcı bir zarar verir. Bu şekilde 50’yi bulan bir kişi, daha sonra yıllarca 65 alamaz; çünkü taktikle çözdükleri sınırlı sayıdadır ve bunlar 50 aldırabilir.
BTİN:  Evet, bunu ben de gözlemleyebiliyorum.
SH:  Ama 65 için mutlaka çok iyi okuyup anlaması gerekir. Bu tür kişilerin buna ikna olması bazen yıllar sürüyor. Yıllar sonra "Yaa.. benim okuyup anlamam gerekiyormuş" noktasına geliyor. İşte bu da işin zararı oluyor. Kaybedilen yılların parasal değeri ölçülemez; ama ne yazık ki bu konuda müthiş bir piyasa oluştu. Burada iş sınava hazırlanacak kişide bitiyor. Kişinin kendini iyi tanıması gerekiyor; gerçekçi ve kendine karşı dürüst olmak önemli; yoksa kandıran çok olur. J 

“Paragraf sorularını çözmek önemli” 
BTİN:  Şimdi çok öznel bir sorum olacak. Sanırım bu dediğinize tam bir örneğim. Benimle aynı dertten mustarip arkadaşlar da olabilir… Genel olarak benim zaman problemim var. Paragraf sorularını (paragrafa dayalı sorulan 4’erli grup sorularını) hep sona bırakıyorum ve sonda ya hiç zaman kalmıyor ya da 30 dk. Kalıyor. O zaman da panikliyorum. Ne yapabilirim? Sınav öncesinde nasıl bir çalışma disiplini önerirsiniz?
SH:  Bu süreçte paragraf çalışmaya çok zaman ayırmak gerekiyor. İşin bittiği yer orası, yüksek puanlar buradan geliyor. Pek çok kişi için paragraf olayı sevimsiz bir olay. Bu yüzden buna zaman ayırmıyorlar… 
BTİN:  Bu benim işte. :)
SH:  … geriye kalan sorularda maksimum puan hedefleyip paragraflara gelince "artık allah ne verdiyse" olayına giriyorlar. Bu, çok yanlış. Sınavda 24 paragraf sorusu var: 80 de 24. Bu müthiş bir rakam. Burada hedeflenen bir şey var; gerçekten okuduğunu çok iyi anlayıp yorumlayabilen, analiz ve sentez yapabilen bireyleri sistemin içine almak ve sistemi geliştirmek, güçlendirmek. Dolayısıyla paragraf olmadan bu iş olmaz. Bu, 4 aylık bir çalışmanın bence en az 1 ayı sırf paragraf çalışmakla geçmeli ki biz bunu yapıyoruz. Geçen dönem 800’den fazla paragraf sorusunun analizini sınıflarımızda öğrencilerimizle birlikte yaptık. Ödevler ve ekstra çalışmalar da cabası; yoksa 3-5 taktik ezberle 3-4 kelime ezberle, sonra hedef “80” de… Bu mantıklı ve mümkün değil.
BTİN:  Anladım, peki sınıfınızın durumu ne oldu? Kaç kişiden kaçı 50’yi geçti ya da paragraf sorularındaki başarıyı gözlemleyebildiniz mi?
SH:  Bunu ölçmek mümkün değil. Artık TC kimlik no’yu girip puan öğrenemiyoruz. Beyanlara bakıyoruz ve bu yüzden de sonuçlarımızı artık yayınlamıyoruz; çünkü bu beyanların doğru olup olmadığını bilmiyoruz.
BTİN:  Beyanlar derken öğrencilerin beyanları?
SH:  Bizimle çalışan en geç 1-2 sınav sonra hedefine ulaşır. Beyanlar… Öğrenci ben 80 aldım diyor ve biz de inanmak durumunda kalıyoruz; ama bu gerçek mi değil mi bunu bilme şansımız yok.

Bu sınavlar için kaynaklar…
BTİN:  Bizler için Twitter’da genelde kaynak kitap önermediğinizi görüyorum. Peki internetten kullanabileceğimiz kaynaklar, takip etmemiz gereken blog vs. önerileriniz var mı?
SH:  ÖSYM soruların en önemli kaynak. Bunların iyi irdelenmesi, incelenmesi analiz ve sentezinin yapılıp buralarda birikim elde edilmesi gerekiyor. Bunun dışında ÖSYM’nin, KPDS ve ÜDS mantığını çok iyi anlayıp yorumlamış kişilerin kitaplarını veya yayınlarını kullanmak mümkün. Bu konuda bir öneri yapamıyorum; çünkü bu piyasa herkesi tanıyorum ve onlar da beni tanıyor. Birini önerince diğerini de önermek gerekiyor. Bu da yanlış anlamalara yol açıyor; ama şu nokta önemli: Bu konularda her söz söyleyenin sözünü ciddiye almak da doğru değil. İşte bu bilgi kirliliği oluyor, kafalar karışıyor, kişi ne yapacağını bilemez hale geliyor. İşin uzmanı, burada da önemli.
BTİN:  Benim gördüğüm en büyük kaynak sıkıntısı, bu sınavlara yönelik soru bankası olmaması. Soru bankası yerine geçmiş yılların sorularını karıştırıp yeni testler haline getiriyorlar. Benim aklıma şu geliyor: Acaba yıllardır bu konuda çalışan hocalar hala ÖSYM ayarında soru kitapçıkları oluşturamıyorlar mı?
SH:  Evet maalesef öyle. ÖSYM mantığını anlamak gerek, ÖSYM ne istiyor bunu gerçekçi şekilde ortaya koymak gerek ve de doğru şekilde. Sınavı taktik sınavı sanan taktik kitabı yazıyor, sınavı kelime sınavı sananlar kelime kitabı yazıyor, sınavı kasıntı bir sınav sanan kasıntı sorular soruyor. Sınavı şifreli sanan şifre kitabı yazıyor. Sınavı anlamayan saçma sapan 4 şıklı 1 satırlık soruların olduğu kitap yazıyor.

ÖSYM’nin amacı nedir?
BTİN:  Sizin burada "ÖSYM şunu istiyor" diyebileceğiniz bir kalıbınız var mı?
SH:  ÖSYM öncelikle kişinin okuduğunu anlamasını istiyor. Makul bir akademik dergi düşünün. Bu düzeyde bir makaleyi anlayabilecek kişileri seçiyor. Akademik literatürde kullanım yaygınlığı olan kelimeleri, kalıpları, gramer yapılarını, bağlaçları, cümle türlerini yorumlayıp anlayabilecek kişileri seçmeye çalışıyor; taktik ezberleyenleri değil. J
BTİN:  Twitter takipçilerimin birinden size özellikle bir soru geldi. Bu soru doğrudan sizinle ilgili. Değiştirmeden soruyorum: "Sosyal ağlarda bulunmasının öncelikli hedefi ve şu an ki durum arasında bir fark var mı? (müşteri bulmak / yardım amaçlı başladı) ya şimdi?
SH:  Sosyal ortamlarda bulunmanın elbette birkaç mantığı var:
1. Hakkımda yalan yanlış şeylerin yayılmasını önlemek.
2. Gerçekten bu sınavlara ilişkin sınava girenlere rehberlik  veya en azında  yönlendirme yapmak.
3. Sosyallleşmek; çünkü gezmeye, eğlenmeye, insanlarla konuşmaya vaktim olmuyor.
4. Kurumumun bilinirliğini artırmak.

           Sıcaklarda bu sınavlara nasıl çalışalım?
BTİN:  Şimdi hocam son sorum: Sıcaklarda ders çalışmak çok zor oluyor. Bizlere bir tavsiyeniz var mı?
SH:  :) Zor soru… Aslında önemli olan şey şu:
Gerçekten başarmak zorundamıyız?
Gerçekten başarmayı istiyor muyuz?
İkisine de “evet” diyen bir kişi için sınav, soğuk, yaz, kış engel değil. Bu sınavlar keyfe keder hazırlanılacak sınavlar değil. Kişiyi çok güçlü şekilde motive eden bir faktörün olması gerekiyor. Kişinin önündeki seçeneklerin fazla olmaması gerekiyor. İşte o zaman sorun kendiliğinde çözülüyor. Bu durumdaki bir birey, her gün düzenli ve istikrarlı bir şekilde 2-3 saat çalışsa istediği hedef ulaşır.
BTİN:  4 ay boyunca her gün 2-3 saat?
SH:  Evet; ama istikralı ve sürekli olarak her gün, hiç ara vermeden, biriktirmeden, 4 ay boyunca.
BTİN:  Evet, bu iş sanıldığı kadar kolay değil. Bunu sizinle konuştukça anlıyorum; ancak buradaki hedef de sanırım yüksek değil mi, 90'lı notlardan bahsediyoruz?
SH:  Evet. Sınava giren sayısı 130.000 olmuş, ÖYP’ye alınacak sayısı 2500 desek, master/doktoraya 10.000 desek -ki çok fazla-  doçentlik için 5000 desek… 110.000 kişinin bir şekilde elenmesi gerekiyor. Zorluk işte burada başlıyor.
BTİN:  Benim gözlemime göre insanlar çoğu kez, sadece başvuruyorlar. Yılda toplam 4 sınavın içinde girmedikleri ya da hazırlanmadıkları sınav(lar) oluyor. Ben gireyim de belki bu kez geçerim, mantığıyla hareket ediliyor.
SH:  Ve de hep kalıyorlar. Yazık değil mi? Oysa bir kez hazırlanıp bir seferde geçseler
BTİN:  Ben kendi açımdan bu kadar sık sınava girmenin insanı tembelliğe ittiğini ve sınav için güdülenmenin gerçekleşmediğini düşünüyorum.
SH:  Elbette öyle, öğrenilmiş çaresizlik oluyor. Geçemeyecek olmaya inanma başlıyor. Giriyorum; ama geçemiyorum, deniyor.
BTİN:  Geçemedikçe 3-5 sınav sonunda bir bakmışsınız ne eksilmişsiniz ne yükselmişsiniz...
SH:  Çalışmadan neden geçeceklerini umuyorlar, bunu anlamak mümkün değil.
BTİN:  Öğrenci psikolojisi diyelim... :)
SH:  Belki de sınav ücretinin 200 TL olması lazım J TOEFL gibi
BTİN: Hayır, 40 TL bile fazla hocam naptınız...
SH:  Bence bu ÖSYM’nin işine geliyor.
BTİN:  Sürümden kazanıyor tabi.  
SH:  10 defa giren 400 TL ödüyor. Bir seferde 200 TL ödemek; ama bu sınav için sıkı çalışmak bence daha mantıklı.
BTİN:  Ücret olarak gerçekten yüksek; ama pahalı olan şeylerin değerli görünmesi olarak belki…  
SH:  Belki…

ÖSYM, duyyy… sesimizi!
BTİN:  Bir de yeri gelmişken ÖSYM’nin artık sınav sonuçlarını daha erken açıklamasını bekliyoruz. Bizler bu sınavlara yüksek lisans/doktora başvuruları için giriyoruz ve son KPDS’de başvuruları kaçıran arkadaşlar oldu. ÖSYM’nin cevabıysa "eski notlarınızla başvurabilirsiniz" oldu. ÖSYM’de de mantık aynı: "Nasılsa bunlar sürekli giriyor."
SH:  Evet, ÖSYM sınava girenleri çok da umursamıyor bu kesin. Kurum onlarca sınavı yapıyor ve bu vücut, bu başı taşıyamıyor artık. En basiti, bir çağrı merkezi kurmalılar, bir banka gibi her an ulaşılabilen, sınavlarla ilgili bilgi veren… Ama telefonlara bile çıkmıyorlar, dolayısıyla ne desek boş, bizi de ciddiye alacaklarını sanmıyorum.
BTİN: :)    
SH:  O yüzden ben YÜCE ÖSYM diyorum.
BTİN:  Olsun yine de söyleyelim. En azından memnun değiliz, bilsinler.
SH:  Onlar ne takdir buyururlarsa o olur.
BTİN:  Son soru dedim; ama sonra çok uzattım. Sabrınız, cevaplarınız ve tavsiyeleriniz için çok teşekkür ederim.
SH:  Asıl ben teşekkür ederim.
BTİN:  En çok kendimden yola çıkarak sordum; çünkü konuyla başı dertte olan bir öğrenciyim   Arkadaşlara da faydalı olacağını düşünüyorum.
SH:  Umarım yararlı olur.



6 Temmuz 2012 Cuma

Duyuru: ÜDS ve KPDS'cilere...


Arkadaşlar, bu konu hemen hemen bütün tez yazarlarını ilgilendiriyor. ÜDS ve KPDS'yi geçmek, sadece geçer not almayıp alabileceğimiz en yüksek notu almaya çalışmak için yılda 2'şerden 4 kez bu sınavlara giriyoruz. Bazen çalışıyoruz; ama bazen de hayatımızın rutini olan bu sınavlara çalışmadan giriyoruz. Çoğu zaman umutsuzluğa kapılıyoruz, bazen de şeytanın bacağını kırarak bu sınavlardan birkaç seneliğine olsun kurtuluyoruz.
                Geçen gün, Twitter’da @SeyfiHoca nın attığı Twit (Okul, final, tatil, yaz okulu, sıcak, düğün, ramazan, bayram, kurban derken ÜDS-KPDS çalışmaları bu dönem pek verimli geçmeyecek gibi) üzerine kendisinden röportaj sözü aldım. Malum, bildiğiniz gibi son ÜDS ve KPDS’den istediğim puanı alamamış bir tez öğrencisiyim. Arada bazı arkadaşların da yakındığı ve tavsiye istediği konular var. Bunlarla ilgili sorularımızı cevaplayacağına inandığım en doğru adreslerden biri Seyfi Hoca.
            Birkaç gün içinde röportajı buradan okuyabileceksiniz; ama öncesinde, bu gece soruları hazırlıyorum. Eğer sizin de hocamıza soracaklarınız varsa, bana Twitter’dan DM atarak sorularınız iletebilirsiniz.

23 Haziran 2012 Cumartesi

Bir Tezci Sadece Kendisini Düşünmemeli!


        Blog'u, hepinizin de bildiği gibi Twitter'la birlikte yürütüyorum. Gerçekten başta bu hesabı açarken böyle bir etkileşim olacağını düşünmemiştim. Meğer ne çok konuşacak şeyimiz varmış, ne çok ortak derdimiz...
         Yalnız bir şey var ki, gerçekten yazıp yazmamakta kararsız kaldım. Sizleri kırar mıyım ya da çok mu müdahaleci olurum diye... Twitter'da DM'lerimden ve mentionlarımdan 7 aydır çıkardığım sonuç şu: Kendi teziyle ilgili bir bilgiye ihtiyacı olan ya da kendi tezinin anketini yayan arkadaşlar, baya ısrarcı bir tavırla yardım istiyorlar; ancak günü geldiğinde aynı kişiler bir diğerinin aynı durumdaki sorununu görmezden geliyor. Ben gerçekten bunu anlayamadım. Bir soru sorulduğunda yardımcı olanlarınızı görüyorum; ancak iş bir anketi doldurmak ya da bunu sayfasındaki diğer takipçileriyle paylaşmak olduğunda çoğunlukta hiçbir hareket belirmiyor. 
         Bunları söylerken sizi gücendirmek istemem. Zaten bunu hepiniz için de demiyorum. Sadece gözlemlediğim çoğunluğun bunu yaptığı. Bir yanlışım, hatam varsa lütfen siz de beni uyarın. Bunu gerçekten isterim. Unutmayın her ne kadar yaz gelmiş olsa da henüz çalışmalarını sürdürenler var... Herkese esintiler dilerim...

13 Haziran 2012 Çarşamba

Veee… Tez Uzar!


Geçen haftalardaki hocanın gereksiz sıkıştırmaları artık sona erdi… Hoca da sanırım sıkıştırarak yoktan 1 bölüm var edemeyeceğimi anlamış olmalı ki önce telefonla arayarak (ki neredeyse beni şu ana kadar hiç aramadı) geri adım attı. Sonra da okula gittim ve uzatma kararını resmi olarak verdik.
Ha belki zorlasam bitmez miydi? Belki… Gece gündüz çalışarak uykusuz kalarak belki… Ama şu da var ki zaman konusunda çok sıkıntı oluştu. Şöyle ki tezi bitirmek için KPDS’ye (ki öncesinde de ÜDS’ye) gereken çalışma zamanını ayarlayamadığım için istediğim notları alamadım ve doktora başvurusunda da sıkıntı oluştu.
Doktoraya başvurabilsem de daha giriş sınavına çalışmak gerekecekti ve savunmayla doktora sınavı arasındaki zaman da azalacaktı. Tabi ki en önemlisi de tezimle ilgili durum; açıkçası yalap şap yapılmış 1 bölüme sahip olacaktım. Nitekim amacım doğru dürüst bir tez yazabilmek.
Tabi tezin bitmemesi ve sınavlardan kötü sonuç almak, tezi uzatma kararı almamda en önemli gerekçeler; ancak şu var ki diğer bir sebep de hocanın başından beri direttiği gereksiz sıkıştırmalar. Sürekli tezi şu güne kadar bitirmen gerek diyen hoca, sonrasında 15 gün daha erteliyor, sonra 1 ay daha vs. vs. Hiçbir şekilde resmi olan tarihi bana söylemediği için ben de tezi baştan sıkı tutmaya çalışarak dil sınavlarına çalışamadım. Resmi tarihi kendim enstitüyü arayarak öğrendim; ancak o zaman da ilk danışmanla yaşadığım sorunları bununla da yaşamamak için hocanın dediği zamanlamaya göre hareket ettim.
Yani hem dilden istediğim notu alamamak hem de tezi yetiştirememek bu “zamanı önce daraltıp sonra genişletmelerin” benim çalışma düzenim içerisinde ters teptiğini söyleyebilirim; ama yapacak bir şey yok. Uzayacağını anladığımda keyfim epey kaçmış olsa da sıkıntıyı atlattım ve bundan sonra yapabileceklerimi planlamaya düşünüyorum. Böylece daha geniş zamanda hem tez hem de tez yüzünden sürekli ertelediğim konularla ilgili çalışabileceğim.

2 Haziran 2012 Cumartesi

Ben Tez Konumu Nasıl Belirledim?


             Bu konuyu daha önce detaylı olarak yazmamış olduğumu fark ettim. Sanırım insan o süreci atlatıp da yazmaya dalınca mazide kalıyor.
            Twitter’da tezine başlamak üzere olan “tez yazarı adayı” arkadaşın konularımızı nasıl belirlediğimizi sorması üzerine ben de konu seçimiyle ilgili bir şeyler karalamak istedim.
            Öncelikle her kim olursa kendisine yakın ve kaynak açısından fazla sıkıntı çekmeyeceği bir konu seçmeli.
            Bir de ne amaçla yüksek lisans yapıyorsanız ona göre konunuzu belirleyebilirsiniz. Sadece diploma içinse daha önceden yazılmış tez konularına bakarak onları güncelleyebilirsiniz. Akademisyenlik düşünüyorsanız daha özenli bir konu seçimine gidebilirsiniz. Bir de şu var ki okulunuzda konusunda uzman ve o konuyla ilgili akademik çevrede de ün yapmış ya da yayınları olan bir hoca varsa ve onun konusunu kendinize yakın görüyorsanız ve o sizin danışmanınızsa onun izinden gitmek de size çok şey katacaktır.
            Benim konu seçimimse çetrefilliydi. Bu süreçte şunu fark ettim. Yeni konu seçeceklere de tavsiyem olsun; çok genel bir konuyu seçip ben bunun üzerine çalışacağım, demeyin. Olabildiğince daralttığınız bir konuyu belirleyip danışmanızın yanına öyle gidin; ama fazla araştırma yapmadan danışmanınızın yanına giderseniz size kendisi seçtiği bir konuyu verip sizi gönderebilir. Benim için problem değil diyorsanız kendi kararınız.
            Geçen yıl bu zamanlar konuyu daraltamadığım için epey sıkıntı yaşadım ve danışacağım birilerini de tam olarak bulamadım. Okul içerisinde de birkaç hocaya gittim. Kimileri konuyla ilgili kimileriyse fikirlerine güvenebileceğim hocalardı. Bana yardım edebileceğini söyleyen bir hoca beni yarı yolda bıraktı. Kendi danışmanımsa zaten önerinin son halini getir, diyen biriydi. Son ana kadar salla pati bir şey yaptım ve başlıktan hiçbir şekilde emin olamadan öneriyi teslim ettim. Sonradan başlığın değişmesinin çok zor olduğunu söyleseler de eylülde başlığı değiştirmeyi kafaya koydum.
            Eylül geldiğindeyse lisanstaki okulumda konunun bir kısmıyla ilgili bir hocaya bir de konunun geneliyle ilgili akademik çevrede ünü olan bir hocaya danıştım; ancak o zaman önümü net olarak gördüm. Sonrasında onlarla görüşmeler, kapanıp konuyu daraltmalarla ocak gibi ancak elimde önümü görebileceğim bir rehberim vardı.
            Siz yine de böyle olmaması için konuyu belirleyip daraltın, kaynak taraması yapın ve aşama aşama danışmanınıza gösterin. Benim durumumda danışmanla vs. sorun olabiliyor. Şu sıralar tez önerisini yazan, tez konusunu seçen tüm “tez yazarı adaylarına” kolaylıklar diliyorum.

23 Mayıs 2012 Çarşamba

Ozan Barış Sanlısoy/Eğitimde Ayrıcalığa Son Verilmesi


Evet, görmüş olduğunuz başlık, Ozan’ın eğitim hakkı mücadelesi için başlatılmış bir imza kampanyasına ait.
Ozan Barış Sanlısoy, 6 yaşında otizmli bir çocuk ve bu yüzden eğitim hakkı elinden alındı. Annesi Avukat Sedef Erken ve babası Müzisyen Ogün Sanlısoy savcılığa şikayette bulunmalarına rağmen bir sonuca ulaşamadılar. Bunun üzerine 2 gündür Twitter üzerinden başlatılan bir imza kampanyası var. Sedef Erken, 1 ay boyunca 10 bin imza toplayıp bunu meclise göndermeyi hedefliyor. Son 2 gündür aldıkları destekle şu dakikalarda 7000 imzaya ulaştılar. Sanırım kampanya 1 ay boyunca devam edecek.
Buraya kadar yazdıklarım sizin Google’dan az bir zamanda elde edeceğiniz bilgiler… Ancak dün geceden beri kampanyaya destek için verilen imza linkini ve TT yapılmaya çalışılan hastag’i sürekli twit’lememe rağmen hiçbirinizin dikkatini çekemedim! Çok fazla bir şey demek istemem; ancak bu blog ve Twitter hesabım sayesinde bir şeyleri paylaşabildiğimize inanıyorum ki Ozan da bizim 7 yaşımızdan bugüne kadar rutin bir şekilde haftaiçi her gün yaptığımız bu şeyi yapabilmeli! Eğitim hakkını elde edip okuluna gidebilmeli!
Biz de burada birlikte 6 aydır sürekli “eğitim, eğitimimiz” hakkında konuşuyoruz. Şimdi destek için aşağıdaki linke girip 1 dk.’nızı ayırmanız yeterli.
Bir de haydi #Ozanicin1imzadaSenVer bu gece TT olsun!

25 Nisan 2012 Çarşamba

Okan da Bizi Görsün!


Okan Bayülgen’i çocukluğumdan beri tanırım. Nerdeyse evimize renkli televizyon girdiğinden beri var. Önceleri çocuktum, adamın biri gece yarısı “Uçurdum sizi” diyerek telefonu arayan izleyicinin yüzüne kapatıyordu. Ne yaptığını anlamlandıramıyordum. Öyle deyince ne oluyor falan, diye düşünüyordum, telefondaki uçuyor mu, bir yere mi gidiyor... Zaten tek hatırladığım o söz ve ayaklı mikrofonu sürekli yere yatırıp kaldıran bir adam. Hiçbir zaman programın tamamını izleyemedim. Zaten anlamıyordum da…
Sonra baktım ki yıllar içinde bu adam iyi kötü her yıl program yapmaya başladı. Hep de gecenin bir körü başlayan programlar. Bense hep öğrenciydim. Kimi zaman zorlayarak kimi zaman sonuna kadar olmasa da ucundan kıyısından izledim programları. Okan’ın programları, bende hiçbir zaman bağımlılık yapmadı, hiçbir zaman programı aramak gibi bir hevesim olmadı.
Kâh her yıl değiştirdiği program formatlarını beğendim kâh beğenmedim aylarca eleştirdim; ama yine de izlemeye devam ettim. Zamanla duruldu ve “uçurmadığı” telefonlar bağlandı. Evet, arayanlar hep aynı; ama Okan değişti.
Şimdiyse tez yazıyorum. Bu yılki formatlardan “Muhallebi Kralı”nda arada ilgimi çeken konu ve konuklar oluyor. Lakin ne yapalım, öğrencilik devam ve tez yazmak meşakkatli! Salon ve odam arasında mekik dokuyup sadece kısa molalarda kafa dağıtmak için gidip izleyebiliyorum.
Neden Okan bizi de görsün, diyorum? Çok şükür büyük bir derdimiz yok. Nitekim bu tezi yazabiliyorsak az çok sağlıklıyız, tabi tez bizi bozmazsa! Ama olsun bizim de kendi çapımızda dertlerimiz, sıkıntılarımız, uykusuz geçen gecelerimiz var. Sabahlar öğlen olmuş, geceler gün… Okan arada Twitter’a girip çıkıyor, ben hala netteyim. Adam televizyona gidiyor işi için ben hala bilgisayar başında tez yazıyorum. Bu rutinde bizim de kendimize göre problemlerimiz var. Geçen gün Twit attım benim de blog’umu paylaşsın, diye. Sanırım ilgisini çekmedi. Napalım! Büyük dertler değil bizimkiler. Olsun, bu yazıyı yazıyorum, yine kendisine göndereceğim. Nasılsa bir kere rezil olduk paylaşmayınca, bundan sonra da olsak ne yazar… Bir de gördüm birisi araştırma anketini Okan’a mention atmış, ona da bir ses vermedi. Demek ki tez yazarı olmanın bir çekiciliği yok.
Sonuç olarak diyorum ki biz Okan’ı yıllardır görüyoruz Okan da bizi görsün!

14 Nisan 2012 Cumartesi

Danışmanların Aslında Söylemek İstedikleri


Şimdi tez danışmanın belli oluyor, gidiyorsun yanına… Artık önceden tanıyorsan biraz daha samimisin; ama pek de tanımıyorsan içinden “Öff geçen yıl ders döneminde bir dersini alsaydım bari tanışmış olurdum falan” diyorsun. Neyse zaten bunlar senin benim kuruntum. Onun üzerinde bir etkisi yok. He belki şey diyebilir “Seni önceden tanıyordum iyi oldu, bık bık bık” Sanki tanıyor da bir şey mi oluyor? Hayır.

Asıl sen hocayı ne kadar tanıyorsun o önemli. Lisansı aynı okulda okuduysan yine iyi; ama ya dışarıdan geldiysen… Vay haline! Deneme tahtası gibi o hoca senin bu hoca benim gez dur.

Danışmanı anlamak için önce tanımını yapalım: Danışman, sürekli “Aslında o öyle değildi böyleydi”, “Sen yanlış anlamışsın” diyen kişidir ve siz asla doğruyu anlayamazsınız. Bu süreç, şu hayatta kendinizi sorguladığınız ender anlardan biridir. “Kimim lan ben”e kadar gidebilir. Sakin olun. Şimdi bu “bilirkişiler” aslında ne demek istiyorlar, deneyimlerimden ve gözlemlerimden yola çıkarak gruplandırmak isterim:

1.      Danışmanı aradınız ve uygun olan bir zamanda görüşmek istediniz. Danışman da size bu hafta değil ama haftaya olabileceğini anlatan şu cümleyi kuruyor: “Bu hafta değil; ama haftaya olabilir. Şu an programım önümde değil, pazartesi tekrar konuşalım”. Halbuki zaten sen de pazartesi, bilemedin Salı aramışsındır. Neyse buna takılmayalım aslında danışman ne demek istemiştir, ona bakalım. “Şimdi senle görüşemem pazartesi beni ara, belki canım ister”. Burada asıl dikkat edilecek nokta, içten “Ulan, o beni reddetti, pazartesi için beni arayacak olan o olmalı” diye gereksiz nezaket beklentisine girmeyin, nitekim bir hafta da oradan kaybedersiniz.

2.      Danışmana bir şey sordunuz ya da yaptığınız bir şey kontrol etti ve sizi yanına çağırdı, dedi ki “Bu yaptığın/yazdığın şeyde çok hata buldum. Sen bunları yapmazdın. Ben sana inanıyorum, akıllısın, zekisin, daha iyisini yapabilirsin”. Hemen şımarmayın, derin bir nefes alın, aslında diyor ki “Ya git bunu düzelt, bana vermeden önce hiç mi kontrol etmedin, git daha düzgününü yap da beni yeniden meşgul etme!”

3.      Danışman ilk görüşmede… “Bana mail attıktan sonra mesaj at, haberim olsun. Ben her zaman mail’lerime bakmıyorum. Her zaman bilgisayar başında oturamam ki…”

Bir ay sonra… “Aramana gerek yok mailleşiriz”.

2 ay sonra… “Mail atmışsın, arasan daha iyi olurdu”.

Bu 3 diyalogdan anlıyoruz ki telefonla bire bir sesli görüşme randevu almak için ya da bir soru sormak için en iyi yöntemdir.

4.      Danışman sürekli “Bu hafta çok yoğunum” derse bunun birkaç karşılığı olabilir: “Ya bu hafta dersleri 2’de bitireceğim, sonra da eve giderim”. “Bu hafta dersim yok, okula gelmem”. “… gününü boşalttım, o gün tatil”.

5.      Bir de danışman derse “Ooo… çok geç kalmışsın şimdiye tezi yazmaya başlaman gerekirdi”.

2 ay sonra “Çok hızlı gittin, acelemiz yok”.

Bu iki cümleden anlıyoruz ki 3. cümle “Bak çok yaydın, n’apıyorsun, bu tez, bu dönem bitmez!” olabilir dikkat edilmelidir!


Sonuç olarak danışmanının dediğini de yaptığını da önce düşün, sonra yap. Övgülere kapılma, rahat ol, işine bak, tezini bitir…

7 Nisan 2012 Cumartesi

Tez Danışmanları Olmasa Şimdiye Bu Tezler…


           Tez danışmanını seçebilmek her öğrencinin tercihine mi kalıyor, bilmiyorum. Bazı okullarda hoca öğrenciyi, bazılarında öğrenci hocayı, bazılarında da tesadüfi oluyor sanıyorum.

            Danışman çok mu önemli? Aslında evet çok önemli sayılır; ancak diğer taraftan da hiç önemi yok! Yani “ben kendim yapamam, benle sürekli iletişim halinde biri olsun; yoksa ben sayfalarca tezi nasıl yazarım?” diyen biriyseniz size “çok ilgili ve bilgili” bir danışman gerek. “Ben her şeyi zaten biliyorum, danışmanı arada görsem de olur; kısaca, gölge etmesin başka ihsan istemem” diyorsanız size sadece “ilgili” bir danışman gerek.

            Nitekim insanın her istediği olamıyor… Danışman ilk seçenekteki gibi olsa zamanla “ulan, hiçbir şey bilmiyor bu” egosuna kapılarak sizi ezmeye ya da sürekli kuralları değiştirmeye ya da sizi görmezden gelmeye başlayabiliyor. Danışman ikinci seçenekteki gibi olursa o zaman da sizi “her şeyi bilen bir ukala” olarak görüp kendi otoritesini kanıtlamak adına yine ilkindekine benzer şeyler yapabiliyor. Aslında her durumda danışmanın egosu devrede… İşi biraz ciddiyete dökersek, aslında danışman sizin konunuza biraz da olsa hakim, biraz anlayışlı, biraz duyarlı, azıcık da egosunu arka plana atabilen birisi olabilse ve en önemlisi sizi anlamaya çalışabilse, her şey tamam!

            Son olarak anne sözü dinlenmeli: “Kavun değil ki bu…”

            Not: Bu yazı danışman olup da aynı zamanda biraz vicdanı olanları tenzih eder!

            Son not: Bu yazıda danışmanlara “doyamadım” ya da “hırsım dinmedi”. Bu yüzden de danışmanlarla ilişkiler nasıldır, nasıl olmalı vs. ile ilgili şeyler bir sonraki yazıya kaldı.

31 Mart 2012 Cumartesi

Tez Yazarken İyi Şeyler de Oluyor


Tez yazmayı hep olumsuz, hayattan koparan, yorucu, sizi darmadağın eden, hayata küstüren, eşten dosttan ayıran, asosyalleştiren ve kışın yağmura/kara, baharda da güneşe hasret bırakan, tüm dertlerin sorumlusu bir durum olarak anlattık… Öyle yaşadık öyle bildik…

Bu sayılanları şu an inkâr mı ediyorum? Hayır, başta ne dediysem o! Zaten yaza çize hepsini kayda aldım, dönüp dönüp okurum artık!

Ama illa ki olumlu yanları da olabilir… Zorlamıyorum, gerçekten var! Mesela, tez yazarları burs alabilirler. İster devletin lisansüstü eğitime verdiği karşılıklı/karşılıksız, ister özel kurum/kuruluşların verdiği burslar olsun ki aramızdan birkaçı bunlardan yararlanıyor. Bir de bazı projelere destek amaçlı okulların aracılığıyla ayrılan bütçeler var. Kimse demesin tüm onlar kitaba, fotokopiye, çıktıya vs. gidiyor, diye. Arada kişisel harcamalar için de çok yararlı oluyorlar!

Bunun dışında bir şey oldu sinirlendin, üzüldün, sıkıldın, anneye/babaya/sevgiliye kapris yapasın var! Yap gitsin, sonra gönlünü almak hiç de zor değil. Ne de olsa sen bir “tez öğrencisi”sin!

Öğrenci evinde kalıyorsun ya da ailenle… Evi/odanı toplamadın, hiçbir ev işine yardım etmedin. Sen “tez öğrencisi”sin!

Bir kere tezi yazarken çok dalgın oluyorsun. Türlü sakarlıklar yapıp saçma şeyler anlatmaya, söylenmeyecek şeyleri söylemeye başlıyor; gülünmeyecek şeylere gülüyorsun. Espri anlayışın değişiyor; herkes anlamaya çalışırken sen saçmalıklarına kahkahalarla gülebilirsin. Bir nevi kendi hikâyeni yaşıyorsun. Kıymetini bil, hayatta her zaman başına gelmez.Sürrealist bir boyuta geçmişsin. Hiçbir şey yemesen de içmesen de kafan her daim güzel.

Sonuç olarak bir amaç için yazıyorsun, üretiyorsun (her ne kadar çoğu tez, mecburiyetten yeniden üretim olsa da). Aylar içinde yorulsan da mükâfatını alacaksın. Yaz tatilinde, güneşin altında kızgın kumun üzerinde ya da bir deniz/göl kenarında ya da orman içerisinde hafif ılık esinti yüzüne vururken hissettiğin huzur, içindeki küçük mutluluk hissi bundan sebep olacak…

25 Mart 2012 Pazar

“Tez Yazan Sevgili Zormuş!”


           Evet, sayemde sevgilimin bu gerçekle yüzleşmesine sebep oldum. Ben de durumun farkındayım; ancak ne yapalım? Tez,  tez, tez…

            Öncesini saymıyorum bile tezi oturup “aktif olarak” yazmaya başlamamın 2. ayı dolmuştu ki sevgilimin telefondaki isyanı “tez yazan sevgili zormuş”… Evet, o gün aydım ki sevgilim kendini tutmuş… tutmuş… Ne yapsın sonunda, nasılsa yükü azalttı diyerek içindekini dökmüş.

            Nitekim sevgilim çok sabırlıymış. Yazmaya oturmadan önce asıl, neler çekti benden... Tez önerisini verdiğim Haziran ayı, sonrasında danışman değişikliğim, Ekim’de tez başlığımı değiştirecek olmam ve yeni danışmana geçiş sürecim… Sonra, Ocak’ta başka bir danışmana geçişim ve tez başlığını nihayetinde değiştirmiş olmam… Yazarken bile sıkıcı!

            Geçen gün Twitter’da, baharda tez yazanların âşık olması kötü, tez yazılmaz, demiştim; ama önceden bir ilişkisi olanlar için öyle değil. Sevgili bir destek… Kimi zaman danışmanınızın yapmadığı kuramsal desteği vererek tüm içeriği baştan aşağı kontrol edebilir; kimi zaman bir editör gibi cümle düşüklerinizi düzelterek anlatım bozukluklarınıza dikkat çekebilir; kimi zaman bir grafiker işçiliğiyle tablolarınızı düzenleyebilir; kimi zaman bir araştırmacı olup literatür tararken bulamadığınız ya da bulup da gösterilmesine izin olunmayan makale/kitaplara sizin için ulaşabilir; kimi zaman istatistikçi, kimi zaman bir analizci olarak tezin araştırma kısmında sizinle birlikte oturup yapmanız gerekenlere yardımcı olabilir. Bunların hepsini her zaman yapamasa da size türlü ikaz, yüreklendirme ve telkinlerde bulunarak teze dört elle sarılmanızı sağlar. Yani… Bu durumda, en önemli konuma, sizin dert dinleyeniniz, bir nevi psikoloğunuz konumuna geçebilir. Bir de benim gibi başlangıcı kötü olan bir tez sürecine girmişseniz…

            Siz de bu tez yazma sürecinde, kim bilir ne kadar stres altındasınız. Bu durum, bir şeye “çok fazla konsantre olmuşsun ve başka hiçbir şeye odaklanamıyorsun” durumu. Diğer taraftan da şöyle durup içinde bulunduğun durumu sorgularsan her şey elinden kayıp gidecekmiş gibi de ince bir çizgi. Sevgili senin yanında oldukça, sen ona kum torbası muamelesi yapabiliyorsun. Patlatmadan kolayladım ya…

            Bu arada benim de ona şöyle bir faydam olmuş (bunu o söylemiyor ben kendime yontuyorum): Son birkaç gündür epey kitap, dergi, makale okudu (benim için değil kendisi için).

            Sonuç olarak tez sürecinde insanın kendisine destek olan birileri olması çok önemli, üstelik en az sizin kadar bu tezin bitmesini isteyen biri varsa!

14 Mart 2012 Çarşamba

2. Bölümü de Teslim Ettim ama Bir Şeyler mi Unuttum Ne…


            Evet, 2. bölümü de teslim ettim, falan filan… Öyle bir güdülendim ki bir şekilde yazdım. Umarım devamı gelir ve zamanında biter; ama aslolan bu değil.
            Bu arada ben teze ilk cümlelerimi yazmaya başladığım günden bu yana tam 2 ay olmuş. Bir başlamışım hep onu yapmışım, unuttuğum; ama artık yavaştan özlemeye başladığım şeyler olduğunu farkettim. Aslolan da bu işte tüm 2 ay boyunca (ki başlangıçtaki “başlayamama” sıkıntısını saymıyorum) unuttuklarım…
1.      Şöyle televizyon başında boş boş oturup sıkılmayı unuttum.
2.      Sokaklarda amaçsız dolaşmak nasıl bir şeydi, unuttum.
3.      Uykum geldiğinde gidip yatabilmek, uykum kandığında uyanabilmek nasıl bir şeydi, unuttum.
4.      Sabah uyanınca 5-10 dk. yatak keyfi yapmak nasıldı, unuttum.
5.      Film izlemenin keyfini, unuttum.
6.    Kafamı yormayan kitapları okumak nasıl bir duyguydu, unuttum (onları şimdi de okusam yorar ya…)
7.      Plansız yaşamak nasıl oluyordu, unuttum.
8.  Aheste aheste kahvaltıdan sonra koltukta saatlerce umarsız oturup “off yaa sıkıldım, bugün de yapacak hiçbir şey yok” duygusunu, unuttum.
9.      Şunu da bugün fark ettim ki yüzümü unutmuşum herhalde, aynada epey kendimi inceledim.
10.  İçmeyi unutmadım ve özledim (malum hep ayık olmalı ve yazmalıyım).