5 Kasım 2013 Salı

Ertelemek Tez Yazarının Kaderi Midir Yoksa Tez Yazarı Kaderini Kendisi Mi Yazar?

Psikeart Dergisi'nin Mayıs-Haziran 2013'e ait sayısının konusu Erteleme idi. Uzun zamandır sizinle paylaşmak istiyordum. kısmet bugüneymiş.


Öncelikle derginin Genel Yayın Yönetmeni M. Emin Önder bu sayı için yazdığı giriş yazısında şöyle diyor ve bu bizi yakından ilgilendiriyor: "Erteleme konusunun tartışılmasındaki en büyük etken, ertelemenin akademik başarı üzerindeki etkilerini inceleyen araştırma sonuçlarıdır. Birçok araştırma ertelemenin akademik başarıyı olumsuz olarak etkilediği yönündedir. Chu ve Chai, 2005 yılında yayınladıkları bir makalede aktif ve pasif ertelemeden söz ederler. Pasif erteleme, ertelemenin geleneksel, bilinen ve yaşanan halidir. Yanii görevi tamamlamak için belirlenen sürede harekete geçememedir. Aktif erteleme ise bilinçli olarak ertelemeye karar verme ve kısa süre içinde program değişikliği yapabilmedir. Bu tür erteleme çoğu zaman motivasyon arttırıcı etkisiyle kişilerin başarılı sonuçlarla karşı karşıya kalmalarını kolaylaştırır. Seul Kadınlar Üniversitesi'nde yapılan bir araştırma, pasif erteleyicilere göre aktif erteleyicilerin akademik anlamda daha başarılı sonuçlar elde ettiklerini göstermiştir." Buna göre artık erteleme konusunda aktif erteleyici mi; yoksa pasif erteleyici mi olduğunuza kendiniz karar veriniz.

Peki erteleme nedir, derseniz, bu sayının ilk makalesini yazan Gamze Özçürümez Ertele-me başlıklı yazısında Kelly (2007)'den şöyle bir alıntı yapmış: "Bir şeyi yapmaktan kaçınmaktır... İşe koyulmamaktır... Kitap okumaktır... Raflarınızı kitapların renklerine ve boyutlarına göre düzenlemektir... Kurşun kaleminizi açmaktır... Doğru kalemi bulmak için yarım saatinizi harcamaktır... Doğru kalemin yazması için on dakika uğraşmaktır... Bir fincan çay demlemektir... Erteleme, bir şeyi  yapmanın en zor yolunu keşfetmektir. Bir fikirden bir diğerine... Bir diğerine... Atlamaktır... E-postanızı defalarca kontrol etmektir... Mesaj yazmaktır... Pencereden dışarı bakmaktır... Televizyon izlemektir... Televizyon izlemeyi bir türlü durduramamaktır... Sigara içmektir... Bulaşıkları yıkamaktır... Çalışma masanızı toplamaktır... Bir fincan çay demlemektir... Deprem sırasında neler yapılması gerektiğini planlamaktır... Mobilyalarınızın yerini değiştirmektir... Bilgisayar oyunu oynamaktır... Mobilyaları yerleştirdiğiniz hayali bir bilgisayar oyunu oynamaktır... Çorap çekmecenizi düzenlemektir... Erteleme, hülyalara dalmaktır... Bitkilerinize su vermektir... Kuşun kafesini temizlemektir... Sinek kovalamaktır... Kalem çevirmektir... Aynı anda sekiz şey yapıp bir tekini bile tamamlamamaktır... Erteleme şekerleme yapmaktır. Ertelemei sarhoş olmaktır. Kaşınmaktır... Bir fincan çay demlemektir... Burnunuzu karıştırmaktır... Telefonun çalmasını beklemektir... "Kaçınılmaz olan"ı engellemeye çalışmaktır!.. Erteleme, listeler hazırlamaktır. Bir şeyi hangi yolla yapacağınıza karar verememektir... İşleri kendiniz için aşırı karmaşık hale getşrmektir. Bir şeyi bitirmekten korkmaktır... Bir şeyi ne zaman ve nasıl tamamlayacağınızı bilemektir..." Benim tez yazarkenki durumum ise bunlardan biraz daha farklı ve daha acınası... Tezi yazabilmek için başka hiçbir şeye elini sürmemek ve bu yüzden çoğu şeyden geri kalmak.

Aynı makalede Gamze Özçürümez şöyle devam ediyor: "... Örneğin, tez yazarken amaç dünya üzerinde yapılmış en iyi çalışmayı sunmak olunca, o tezin tamamlanma olasılığı olanaksıza yakındır. Ülküleştirilmiş çalışmalar, kişide ciddi düzeyde kaygı ile birlikte derin yetersizlik duyguları uyandırır ve erteleme bu türden uzak ideallere sık eşlik eder. Bu nedenle ertelemeci kişilere hedeflerini küçülterek somutlaştırmaları; her saat, her gün, her hafta için gerçekleştirilebilir birkaç amaç belirlemeye gayret etmeleri söylenir. Çalışma zevki ancak, muazzam bir narsisistik yaralanmayı onarmak üzere değil, sağlıklı narsisizmi doyurmak amacıyla işe koyulduğunda sağlanabilir."

Sanırım süreçte bize düşen, en azından kısa süreli, geçici tatmin sağlayacak tavsiye ise aşağıdaki öğüttür!



22 Ekim 2013 Salı

#tezyazarınıntezibittiktensonrakienbüyükdramı

           Tezim bittikten sonra ne oldu?

           Hayat daha bir güzelleşti. Adeta her gün bahar... Sanki bir yaz mayışıklığıyla sadece bedenimi değil ruhumu da dinlendiriyorum. Uykum gelmeden yatağa giriyorum. Sabah uykum kansa da kalkmıyorum. Mışıl mışıl uyuyorum. Daha az kafein tüketiyor. Daha çok sevişiyorum. Canım isterse çıkıp sabahlara kadar coşup eğleniyorum. Sürekli arayıp tezi soran o kadından/adamdan da kurtuldum. Kimseye hesap vermiyorum. Ayrıntılı, hesaplı, anadilde, yabancı dilde akademik ve sıkıcı kitap ya da makale okumak zorunda değilim. İstersem saatlerce televizyon izliyorum. Magazinin, dizinin dibine vuruyorum. Diğer taraftan kah biriktirdiğim dergileri okuyor kah sürekli okumayı ertelediğim kitapları okuyorum. Bazen film, bazen de anlamsızca tavanı izliyorum...

           Yo dostum yoo... Yok öyle bir dünya... Sudan çıkmış balık gibiyim. Tezin bittiğini ancak 3 ay sonra farkedebildim. Hiç olmadığım kadar boşum. Uyur gezer vaziyetteyim. Yine evde takılıyorum, asosyalim, nadiren dışarı çıkıyorum. Televizyon karşısında oturduktan bir süre sonra sıkılıyorum. Eski alışkanlıkla boşa vakit harcadığımı düşünerek kendime bir meşgale arıyorum. Cepte metelik yok. Bunu demişken aklıma geldi. Konuyla ilgisi yok; ama... "Cepte metelik yok" Sevgili desen ben tezi bitirdikten sonra kendi tezine başladı.

           Evet dostum evet, asıl derdim bu...

16 Eylül 2013 Pazartesi

Duymayan Kalmasın, Tezim Bitmiştir!



                “Bitmiştir” alışkanlık. Bundan sonra “bitti”yi kullanmaya başlarım. N’apalım, yazınsal deformasyon. 

            Tezi, temmuzda savundum; ancak daha birkaç gün önce ciltlettim. Üstümde bir hafiflik oldu mu? Hayır! Bilmiyorum neden? Belki ciltlenmiş tezlerin dağıtımını yaptıktan sonra rahatlarım. Rahatlar mıyım?

            Neyse bu aralar çok karışığım. Hala duruma alışabilmiş değilim. Artık sadece istediğimde yatağa girip uyumak, daha çok kitap okumak, film izlemek, gezmek, tembellik yapmak istiyorum. Bu arada da bir iş olsa fena olmaz!

            Öyle böyle derken tezi 1,5 senede yazdım ve asıl demek istediğim şuradaki filmdedir. Ve eğer hesabımın sembolü olan kuşu da merak ediyorsanız…

23 Nisan 2013 Salı

2013 Sonbahar YDS’den Önce 1 YDS Daha Yapılsın!



18 Nisan’da “2013 Sonbahar YDS’den Önce 1 YDS Daha Yapılsın!” başlıklı bir kampanya başlattık. Bugün 5. Gününde 3000 kişiye ulaştık. 20 Nisan’da Facebook’ta da kampanya ile bağlantılı olarak bir grup kurduk. Burada da birçok arkadaşa ulaştık ve ulaşmaya devam ediyoruz.

Öncelikle YDS sonuçlarından memnun olmayan birçok insan ve onların oluşturduğu birçok grup var. Ortak noktamız ise kısa zamanda ÖSYM’nin bizi duyup bize cevap vermesi.

YDS’de sonucu değerlendirilen 289.076 kişinin %75.43’ü; yani 218039’u sınavda 0-49 arası puan almıştır. Bu sınavda 50 barajını geçemeyen, sınava girenlerin %75’idir. Bu grup içinde;

·         Yaz döneminde açılacak olan yüksek lisans ve doktora kadrolarına başvuramayacak olanlar,
·         YÖK’ün yayınladığı araştırma görevlisi, uzman vs. kadro ilanlarına başvuramayacak olanlar,
·         Doçentlik başvurusu yapamayacak yardımcı doçentler,
·         ÖYP’li olup da YDS puanına ihtiyacı olup yeterli puanı alamadığı için mağdur olanlar,
·         TUS’a girmiş; ancak YDS barajını geçemediği için tercih yapma hakkına sahip olamayanlar,
·         KPSS’ye girecek olan; ancak YDS’deki düşük puanının kaygısından KPSS’ye çalışma şevki kırılanlar,
·         Dil tazminatı alamayacak olan memurlar,
·         Ve belki benim şu an için aklıma gelmeyen başkaları.

Kampanyayı başlattığımdan beri birçok soru ve soruna maruz kaldım: “Bu sınav 150 dakika oldukça biz bu sınavı geçemeyiz ki”, “Bu sorularla sınav tekrar yapılsa ne olur!”, “Neden sınav tekrarlansın yeniden 50 TL ödemek için mi?”, “Ben bu kampanyaya neden katılayım ki, ben yeniden bu sınava girmek istemiyorum”, “İngilizce bilmiyorsunuz sonra sınav iptal edilsin, diyorsunuz”, “Bunu unutalım, önümüzdeki sınava bakalım” vs. vs.

Öncelikle biz 7 Nisan’da yapılan YDS’nin iptalini istemiyoruz. Başarılı olmuş adaylara haklarının elinden alınmasını biz de istemeyiz. Zaten kampanyanın açıklaması okunduğunda görülecektir. Durduk yere telaşa gerek yok. Diğer taraftan sınavın süresi, soru tarzı, soruların uzunluğu vs. vs. hepsinden yakınabiliriz; bir şeyler yapabiliriz ama kısa vade de çözüm için 1 sınav hakkı daha olabileceğini düşünüyoruz. 2013 yılında bir anda yabancı dil puanları için tüm sınavlar kaldırılarak yerine getirilen ve ilk defa yapılan YDS’de baraj altında kalan 289.076 (%75.43) aday Sonbahar YDS’den önce bir sınav daha yapılmazsa hiçbir yere başvuramayacağı için 1 sene daha beklemek zorunda kalacak. Başvuru tarihlerine yetişemeyeceğimiz bir Ekim YDS sonucunda aylarca bekleyeceğiz. Amacımız bir an önce ÖSYM’nin bize cevap verip 1 sınav hakkı daha vererek mağduriyetimizi gidermesi.

Eğer Sonbahar (Ekim) YDS’den önce 1 YDS daha yapılmazsa KPSS ve Eylül TUS’a hazırlanacak arkadaşlarımızın mağduriyeti de artacak.

Bu yüzden kampanyaya daha çok katılım bekliyoruz. Bu konu sınava giren bizlerin dışında yakınlarımızı da ilgilendiriyor. Bizim mağduriyetimiz onları da üzüyor. Mümkün olduğunca hem kampanyayı hem de Facebook’taki grubu sosyal medyada duyurmaya çalışalım. Ne kadar çabuk çoğalır ve birlik olursak sesimiz o kadar yüksek çıkacaktır.

“ÖSYM: 2013 Sonbahar YDS’den Önce 1 YDS Daha Yapılsın!” kampanyasına şuradan katılabilirsin.

Facebook’ta “2013 Sonbahar YDS’den Önce 1 YDS Daha Yapılsın!” grubuna da şuradan katılabilir, başkalarını da davet edebilirsin.



9 Nisan 2013 Salı

Bir Gün Basit Hayallerimiz Kapımızı Çalar mı ya da YDS 180 Dakika Olur mu



Bu yazı bir yakınma, şikâyet, bezginlik, ilerisini görememe yazısıdır. Yazdıklarım belki sizi ilgilendirecek, belki “amaaann” dedirtecek, bilemiyorum. Aslında 7 Nisan Pazar girdiğimiz YDS’den çıktıktan sonra Twitter’da düşüncelerimi dile getirmiştim. Konu, çoğu zaman olduğu gibi timeline aktıkça aşağılarda bir yerlere gömülür, diye düşünmüştüm; ancak gördüm ki tepkiler hala sürmekte. Bu durumdan ne çıkar bilemiyorum; ama sınava girdik oturalım kenarda, diye düşünmeyenleri görmek umut verici.

Ben hep devlet okullarında okudum. Ortaokul ve lisede gördüğümüz İngilizce malum… Doğru dürüst bir İngilizce eğitimine, lisans eğitimimde, hazırlık sınıfında maruz kaldım. Sonrasındaysa %30’u İngilizce olan bir lisans eğitimi… Onun da artık ne kadarı İngilizce ise... Geri kalan ise kendi çabam… Yıllardır ÜDS, KPDS, ALES’e girip çıkan bir öğrenciyim, işsizim.

ALES’i bir kenara bırakalım, dil sınavlarından zar zor geçer not alabilen biriyim; ancak çaba göstermeyi bırakmıyorum, bırakamıyorum. Yüksek lisans bitince doktoraya, bu süreçte de ‘nadiren’ ilan verilen araştırma görevlisi kadrolarına başvurmayı düşünüyorum. Yalnız gördüm ki kalkan ÜDS ve KPDS yerine getirilen bu YDS ile benim isteklerime ulaşmam daha da zorlaşıyor. Önceden dil sınavlarından çıktıktan sonra zaman zaman yeterince hazırlanmamış olduğuma, sınav süresini verimli kullanamadığıma hayıflandığım olmuştu. Ancak… Bu sınav için kendime kızacak hiçbir nokta bulamıyorum. Tek kusurum, sınavdan önceki gece çok rahat uyuyamamış olmam olabilir. Nitekim, bu memleketin eğitim sisteminde kaç uykusuz sınava girdik, bu bana çok dokunur mu?... Belki biraz etkiler. Bunun dışında hem kursa gittim, hem de gerçekten verimli bir şekilde kendim çalışarak sınava hazırlandım. Süre yönetimi sorunumu bile evde çözdüğüm denemelerle atlattım. Sınav günü geldiğinde ne oldu?

Bir kere ÜDS ve KPDS’nin kaldırılıp yerine YDS’nin geleceği bilgisini Ocak 2013’te aldık. Yani sınava tam 3 ay kala. Sonra kendilerinden örnek bir test bekledik; ancak sadece çıkacak soru tiplerine 1’er örnek olarak önceki ÜDS ve KPDS’den kopyala-yapıştır yaptıkları bir “mini test” örneği görebildik. Hangi soru tipinden kaçar tane çıkacağını ise ancak soru kitapçığı önümüze geldiğinde görebildik. Bu sınavları, memleketteki bir devlet kurumu yapmak ile görevli ise neden detaylı bilgi vermekte gecikiyor ya da eksik veriyor? Diyelim ki öyle oldu, peki 7 Nisan’da karşılaştığımız sınavı kim öngörebilirdi ki? Bir kere sınav süresi 2,5 (150 dk.’ya) saate düşürüldüğüne göre sınavın soru yapısında da bir değişiklik bekleyen bizler çok mu hayalciydik?.. ÖSYM yaptığı tüm dil sınavlarını (ÜDS, KPDS, KPSS içindeki 60 soruluk İngilizce testi vs. gibi) tek çatı altında topladı ve yılda 2 kez yapmaya karar verdi. Benim mantığıma göre bu kararla KPSS’deki 60 soruya 60 dk., eski KPDS 100 soru 180 dk., son KPDS 80 soru 180 dk. olduğuna göre YDS 80 soru 150 dk. olacak ise bu sorular KPSS İngilizce testi ayarında değil, ÜDS ve KPDS’ye yakın; ancak onlardan farkı daha az çeldiricisi olan şıklar ve daha kısa sorular diye düşünmüştüm. Ancak soruları görenler bilirler (!) buradan uzun uzun yazmayacağım.

Bazen bir şeyleri elde etmek kolay olmayabilir; ancak her emeğin bir karşılığı olacağından yola çıkarsak, biz emeğimizin karşılığını alamadık, alamıyoruz. Doğru dürüst ölçülüp tartılmadan hazırlanan soruların olduğu bu sınav artık benim son sabır noktammış. Bundan sonra ne olur bilemiyorum. Ekimdeki sınava gireriz, mantığını da anlamıyorum. Yaz aylarında başvurulması gereken doktora programları ne olacak? 1 yıl daha mı bekleyeceğiz? Ne için? ÖSYM’nin keyfekeder kararları için mi? Bu sınavla ilgili genel çerçeve çizilirken bu sınava girecek olanların ileriki hedefleri hiç düşünülmüş mü? Örneğin, bu sınav benim doktora ve akademik kadro ilanlarına başvurabilmem için küçük bir adımdı. Daha bunun ALES’i, not ortalaması, tezi, bilim sınavı, akademik yayınları vs. vs...

Belki diyeceksiniz, “Sen de bırak bu işleri akademisyen olma”. Ben bu işleri bir ara bıraktım, başka işler de yaptım; ama kararım tekrar bu yönde adım atmak oldu. Yani öyle yeni mezun 22-25 yaşında bir öğrenci değilim. Bu sistemde hala debelenip duruyorum. Ben YDS’ye ekimde de girsem bu soru tarzı ve bu süre ile ne kadar başarılı olabilirim? Twitter’da oluşturulan #YDS180DakikaOlsun ile belki sesimizi duyan olur. Ama ben tek sorunun süre olmadığı kanaatindeyim. Soruların uzunluğu, sınavın yılda 2 kez yapılıyor oluşu da ana sorunlardan. Sınav süresi uzatılmasa da bunlara bir çözüm bulunabilir belki. Bir de en büyük sorun ekime kadar bekleyecek olmamız ve bu zaman içerisinde başvurusu geçen bir sürü şey…

Biraz fazla uzatmış olabilirim, aslında söyleyecek çok sözüm var. 

5 Ocak 2013 Cumartesi

Kafamda Deli Sorular...: Hoşgeldin YDS!*

        4 Ocak itibariyle ÜDS ve KPDS'nin kaldırıldığını yerine YDS isminde yılda 2 kez yapılacak olan bir sınavında geldiğini öğrendik. Bu sınav da ilk olarak 7 Nisan'da yapılacakmış.

         İyi mi oldu kötü mü oldu, zaman içinde anlayacağız; ancak başlangıç için kötü bir haber olduğu söylenebilir. Açıkçası haberi ilk duyduğumda sevindim; çünkü son birkaç sınavdır değiştirilen KPDS, ne tam olarak ÜDS'ye benzemişti ne de eski halinden izler taşıyordu. Karaktersiz bir sınav olmuştu. Ard arda 2 sınavın yapılıyor olması, biz öğrencilerin "bunda geçemezsem ötekinde geçerim", "diğerinden daha yüksek alırım" mantığına hizmet ediyordu sadece.

         Diğer taraftan da ÜDS'ye 2 ay kala böyle bir haber almamızdan hoşlanmadım. Mart'ta ÜDS'ye girecekler için belki sevindirici oldu; ama KPDS'ye girecekler için sınav tarihi öne çekilmiş oldu. Keşke daha önceden, dil sınavlarıyla ilgili net bir karar olmasa da "değişiklik olacağı" haberini vermiş olsalardı. En azından sonbahar döneminde girilen dil sınavlarının, o isimle girilen son sınavlar olduğunu bilseydik.

         Şu anda kendi adıma endişem şu: YDS'ye tam 3 ay var. Ben o sınavdan benim için gereken puanı alabilecek miyim? Alamazsam, ne yapacağım? Sınav yılda 2 kez olacağına göre mantık olarak 2. YDS ekim ayında mı yapılacak? Yoksa başlangıç için haziran-temmuz gibi 2. sınav yapılabilir mi? Ayrıca yılda 2 sınav bence çok az. 7 Nisan'dan önce ne tip sorularla karşılaşacağımıza dair bilgilendirme yapılır mı? Sınav ÜDS ve KPDS'den bozma, taklit bir sınav mı olacak? 4 yanlış 1 doğruyu götürecek mi? Yoksa atmak serbest mi olacak? ÜDS kursuna gidenler kurslara 1 ay daha mı gidecek? Başlamayan KPDS kurslarında durum ne olacak? Ne olacakkkkk.....


         *Yazar burada, "nereden çıktın", demek istiyor.

3 Ocak 2013 Perşembe

Prof. Dr. Aslı Tunç ile Tez Üzerine Bir Röportaj




            
Hocam öncelikle bu röportajın ana temasını önceden belirlediğimi söylemek isterim. Peki neden bu röportajı sizinle yapmayı istedim? Size buna sebep olan şeyin 5 Mayıs 2012′de II. Disiplinlerarası Medya Çalışmaları Lisansüstü Öğrenci Konferansı’nda yaptığınız konuşma metninin son paragrafıyla ilgili olduğundan bahsetmiştim. İlk soruma o paragrafla ilgili olarak başlamak isterim.

BTİN: Son paragrafta şu ifade yer alıyor: “Benim kişisel akademik serüvenime dönersek… Bugün üniversitedeki odama adımını atıp heyecanla “hocam, okuyorum ama kafam çok karışık” diye yakınan öğrencim olduğunda, “sen mutlaka doktora yapmalısın” diyorum”. Buradan, tespitte kendinizden yola çıktığınızı söyleyebilir miyiz? Bir de “doktora yapması gereken kafası karışık öğrenci” henüz lisans döneminde mi yüksek lisans döneminde mi anlaşılıyor?
A.T.: Akademik yaşamda başarılı olma potansiyeli taşıyan kişi entelektüel merakını içinde her daim taşıyandır kanımca. Öyle verilen her cevaptan tatmin olmayan, adeta ilahi bir öğrenme iştahına sahip genç insan benim gözümde ideal doktora öğrenci adayıdır. “Kafası karışık” olmak, sözünü ettiğin konferanstaki konuşmamda da belirttiğim gibi hiç de öyle kötü ve paniğe kapılacak bir özellik değildir ve çoğu zaman bu lise döneminde bile anlaşılabilir. Ancak ne yazık orta öğretim beyinlerimizi öylesine acımasız bir tornadan geçirir ki bilginin izini sürme heyecanımız amansız bir darbe alır. Eğer orta öğrenimde hala yaralanıp berelenmemiş entelektüel arayışlarımız kalmışsa lisans onları ortaya çıkarmak için doğru bir zaman.

BTİN: Yüksek lisans yapan öğrenci sayısı artıyor. Lisans mezunu öğrencilerin yüksek lisans yapmasını nasıl karşılıyorsunuz? Günümüzde artık bu bir gereklilik mi; yoksa bir an önce iş hayatına atılmak mı gerekir?
A.T.: Yüksek lisans, bence birkaç farklı amaçla yapılıyor. Önce olumsuzlarından başlayalım: Örneğin, lisans eğitiminin zayıflıklarını kapama isteği, korunaklı öğrencilik yaşamını terk edememe ve hayatla yüzleşmeyi geciktirme için bahane yaratma, askerliğe hemen gitmeme gibi pratik nedenler, bazı şirketlerin MBA eğitimini önkoşul haline getirmesi vb. Akademik dünyada ve özellikle sosyal bilimler alanında yüksek lisans doktoraya giden yoldaki bir aşamadır. Adeta dev doktora adımı için ufak bir bilimsel alıştırmadır. Orada öğrenci nasıl tez yazması, nasıl sistematik düşünmesi ve araştırma yapması gerektiğini öğrenir. Bu aşama bence düşünsel bir olgunluk da sağlar. Özelikle sosyal bilimlerde parçaların yerlerine oturması için zamana ihtiyaç vardır. Sadece zekâ yetmez, entelektüel olarak belli bir olgunluk düzeyi için sabır da gerekir.

Öğrencilerim de bana sık sık yüksek lisansın gerekli olup olmadığına ilişkin aynı soruyu sorarlar. Yaşamdan beklentilerine göre bazen onlara hedeflerini ertelememelerini ve iş hayatına direkt olarak başlamalarını öneririm. Ancak bunun herkese uyan tek bir formülü olmadığını düşünüyorum. Kişisel beklentiler, çalışma alanları, girmek istediği alanın standartları belirleyici olabilir. Bu konuda büyük laflar söylemek istemem doğrusu.

BTİN: Bir yüksek lisans öğrencisi tez konusunu belirlemeye ne zaman başlamalıdır?
A.T.: Bir yüksek lisans öğrencisi ilk yılın sonunda zorunlu kuramsal dersler ertesi, kafasında ilgi alanlarını ve peşinde koşacağı soruları yavaş yavaş şekillendirmeli, kendine ve konusuna yakın bulduğu hocalarına danışmaya başlamalıdır.

BTİN: Danışman, öğrencisini mi seçer; yoksa öğrenci mi danışmanını?
A.T.: Öğrenci danışmanını seçer aslında. Bu her ilişki gibi karşılıklı uyum ve birbirini düşünsel anlamda besleme meselesidir. Hoca ile öğrenci arasında heyecan duyulan konular ortak olmalıdır. Danışmanı bu inişli çıkışlı süreçte öğrencinin yol arkadaşıdır. Öğrenci her ayağı tökezlediğinde danışmanın desteğini arkasında hissetmezse bu iş zaten yürümez. Bu bir anlamda psikolojik desteği de içerir. Tez yazmak çok yalnız bir süreçtir; ama danışman bu ürkütücü süreci öğrenci için büyük ölçüde kolaylaştırmakla yükümlüdür. Kolay ulaşılamayan, e-mail’lerine zamanında yanıt vermeyen, randevularına düzenli gelemeyen hocalar danışmanlık yapmamalıdır. Sadece danışmanından geri dönüş alamadığı ve yeterli desteği bulamadığı için tezini bitiremeyen, sayısız kereler konusunu değiştirmek zorunda kalan öğrenciler gördüm. Oysa danışman öğrenci için uçurumun altına serilmiş bir güvenlik ağıdır. Bunu bildiğimden daima tez öğrencilerimin üzerine titrerim.

BTİN: Eğer öğrenci danışmanını seçiyorsa tez konusunu da danışmanına göre mi belirlemelidir? Danışman, öğrencisini seçiyorsa tez konusuna göre mi seçer; yoksa kendi konusunu seçmesi için öğrenciyi yönlendirici bir tutumda mı olur?
A.T.: Öğrenci öncelikle danışmanın çalışma alanını seçer sonra birlikte araştırma sorusunu ve yöntemini biçimlendirebilirler. Öğrenci danışmanına göre konusunu eğip bükmemeli ve tamamen de istemediği bir alana sadece danışmanı yüzünden girmemelidir. Tez yazımı hocaları da besleyen, onları okumaya araştırmaya yönelten bir süreçtir. 

BTİN: Açıkçası biz tez öğrencileri (özellikle yüksek lisans) tez önerisini yazarken konuyu seçsek bile onu sınırlandırmayı beceremiyoruz ve konu başta olduğundan daha başka bir yere gidiyormuş gibi geliyor. Bu soruna karşılık bize önerebileceğiniz bir şey var mı?
A.T.: Bu tüm tez yazan öğrencilerin ortak sorunu: devasa konuyu daraltmak ve üzerinde çalışılabilir bir alan haline getirmek. Öncelikle anahtar kelimeler üzerinden araştırma yapmak ve pek çok benzer akademik makale okumak bunun en büyük sırrı sanırım. İnternetin üzerindeki akademik veri tabanları artık bulunmaz nimet. Eskiden ben elimde indeks kartlarıyla kütüphanede oradan oraya makale ve kitap arardım. Şimdi iki tuşla istediğim makaleyi online veri tabanlarından bulabiliyorum. Tezin hemen başında hafif dağılmak ve daha dolaylı kaynakları taramak sorun değil bence, hatta iyidir öğrenciyi besler. Sorun ana çekirdeği gözden kaçırmamaktır, yine burada çıpa görevi danışmandadır. Yörüngeden çıkıp savrulan öğrencileri geri toparlamak ve asıl soruyu onlara sürekli hatırlatmak gerekir. 

BTİN: Tez konusu seçilirken gündemde olan popüler konular mı seçilmeli? “Kolayda”, elimizin altında olan, danışman hocamızın çalıştığı bir konu mu seçilmeli? Yoksa idealist davranıp kaynak sıkıntısı olan, daha önce çalışılmamış ya da çok az çalışılmış olan ilgimizi çeken bir konu üzerine mi yoğunlaşmalıyız?
A.T.: Zaman kısıtı öğrenciler üzerinde Damocles’in kılıcı gibi sallanırken kaynak sıkıntısı olan konuya yönelmek riskli tabii. Ama tezde orijinallik önemli bir kriterdir. Yüksek lisansta az da olsa alana yazanın katkısı beklenir. Var olan ikinci kaynakları yeniden üretmekle ya da onları parçalı battaniye gibi birbirine teyellemekle tez olmaz. İlk kriter konuya öğrencinin ilgi duyması, sonra da onun yapılabilir olmasıdır. Ben sürekli tez yazan öğrencilere araştırma sorusunu tek cümleyle anlatmalarını isterim. Öncelikle soruyu kristalize etmek çok önemlidir. Sonra bu soru yazan için neden önemlidir? Hep onlara “so what?” (Peki bu soru neden umurumuzda olmalı?) sorusunu sorarım. Bunun yanıtını vermek ise öyle göründüğü gibi kolay değildir. Zaten öğrenci doktoraya devam etmek istiyorsa ve içinde akademide yol alma aşkı varsa kolaya kaçamaz, kaçmamalıdır. Evet, yüksek lisans tezi hayatınızın eseri olamayacaktır kuşkusuz; ama yine de bu tez araştıranın potansiyeli için önemli bir göstergedir. 

BTİN: Siz kendi tez öğrencilerinizle tez yazma süreci içerisinde nasıl bir tutum sergiliyorsunuz?
A.T.: Ben idari görevim, ağır ders yüküm vs. de olsa tez öğrencilerime öncelik vermeye çalışırım. Daha önce de belirttiğim gibi danışman bir anlamda öğrencinin terapistidir de. Bazen tezi bırakıp öğrencinin kendine olan güvenini tekrar kazanması için uğraştığım sayısız seanslar oldu. Günün sonunda aynı yollardan hepimiz geçtik. Bu noktada her şeyden önce öğrencinizle sağlam bir insani ilişki kurmanız önemli. Örneğin, benim yüksek lisans düzeyinde çok talihsiz anılarım olmuştur. Bir danışmanın nasıl olmaması gerektiğini gördüm. Bu kötücül insanları görmek beni akademik dünyadan soğutmuştu o dönem. Sırf bu yüzden doktorayı Türkiye’de yapmamaya yemin ettim ve 1996’da arkama bile bakmadan ABD’de doktora yapmaya gittim. Benim o dönemde yaşadığım sıkıntıları bugün hiçbir öğrencimin yaşamasına izin vermem.

BTİN: Bir yüksek lisans tezi ortalama ne kadar sürede biter? “Yüksek lisans tezi 2 haftada yazılır” efsanesi doğru mudur?
A.T.: Yüksek lisans tezi 2 haftada yazılamaz, yazılan o şey de tez falan değildir zaten. Yalapşap, özensiz, yüzeysel şeyler yapmak marifet değil. Ortalık bu yüzden seviyesi düşük yazılı malzemeden geçilmiyor. Yıllar geçtikten sonra yüzünüz kızarmadan sayfalarını çevirebileceğiniz ve eşinize dostunuza gösterebileceğiniz bir eser olmalı teziniz. Tezin yazım aşaması öncesi ciddi bir okuma ve araştırma süreci gereklidir. Yazım ise sizin ifade gücünüze bağlıdır. Bence 3-4 ayda yazma süreci tamamlanabilir.

BTİN: Bazı enstitülerin yüksek lisans tezini kabul şartlarında, yüksek lisans teziyle birlikte tezinden yola çıkarak hazırlayıp yayınlanmasına kabul ettirdiği bir akademik çalışması olması, şartı getirilmiş. Sizce böyle bir şart yüksek lisans tez öğrencisi için bir zorunluluk olmalı mı?
A.T.: İyi niyetli bir şart olsa da biraz iddialı bir çıta bu. Zorunluluktan çok bir hedef olmalı kuşkusuz; ama saf akademik kaygılar doktora düzeyinde devreye girer.

BTİN: Her yüksek lisans ya da doktora öğrencisi için bilimsel yayın yapma durumu sizce ne olmalıdır? Bunu fırsat buldukça yapmalılar mı? Yoksa belirli bir ölçüde mi tutmalılar? Bilimsel çalışmalardaki nitelik mi önemli nicelik mi, konusuyla ilgili fikirlerinizi öğrenmek isterim.
A.T.: Doktora öğrencisi artık akademiyanın bir adayıdır ve hocalarla ortak araştırma yapmak ve makale yayınlamak kesinlikle beklentiler arasındadır. Ancak nitelikli ve hakemli bir dergi için yayına kabul süreçleri uzun ve sancılıdır. O nedenle peş peşe üst düzeyde makale yayınlamak zaten bir öğrenci için gerçekçi değildir. Ben ABD’deyken doktora danışmanımla birlikte konferanslarda tebliğ sunardım; hatta kendi izleyiciler arasında oturup dinler, kürsüye beni çıkartırdı.  Daima beni ortak makaleler yazmak ve sunmak için yüreklendirirdi. Bence yapılması gereken doğru tavır da aynen böyle yani ortak akademik üretim olmalı. Vesileyle burada sevgili tez danışmanım Prof. John A. Lent’i de minnetle anmış olayım.