5 Ocak 2013 Cumartesi

Kafamda Deli Sorular...: Hoşgeldin YDS!*

        4 Ocak itibariyle ÜDS ve KPDS'nin kaldırıldığını yerine YDS isminde yılda 2 kez yapılacak olan bir sınavında geldiğini öğrendik. Bu sınav da ilk olarak 7 Nisan'da yapılacakmış.

         İyi mi oldu kötü mü oldu, zaman içinde anlayacağız; ancak başlangıç için kötü bir haber olduğu söylenebilir. Açıkçası haberi ilk duyduğumda sevindim; çünkü son birkaç sınavdır değiştirilen KPDS, ne tam olarak ÜDS'ye benzemişti ne de eski halinden izler taşıyordu. Karaktersiz bir sınav olmuştu. Ard arda 2 sınavın yapılıyor olması, biz öğrencilerin "bunda geçemezsem ötekinde geçerim", "diğerinden daha yüksek alırım" mantığına hizmet ediyordu sadece.

         Diğer taraftan da ÜDS'ye 2 ay kala böyle bir haber almamızdan hoşlanmadım. Mart'ta ÜDS'ye girecekler için belki sevindirici oldu; ama KPDS'ye girecekler için sınav tarihi öne çekilmiş oldu. Keşke daha önceden, dil sınavlarıyla ilgili net bir karar olmasa da "değişiklik olacağı" haberini vermiş olsalardı. En azından sonbahar döneminde girilen dil sınavlarının, o isimle girilen son sınavlar olduğunu bilseydik.

         Şu anda kendi adıma endişem şu: YDS'ye tam 3 ay var. Ben o sınavdan benim için gereken puanı alabilecek miyim? Alamazsam, ne yapacağım? Sınav yılda 2 kez olacağına göre mantık olarak 2. YDS ekim ayında mı yapılacak? Yoksa başlangıç için haziran-temmuz gibi 2. sınav yapılabilir mi? Ayrıca yılda 2 sınav bence çok az. 7 Nisan'dan önce ne tip sorularla karşılaşacağımıza dair bilgilendirme yapılır mı? Sınav ÜDS ve KPDS'den bozma, taklit bir sınav mı olacak? 4 yanlış 1 doğruyu götürecek mi? Yoksa atmak serbest mi olacak? ÜDS kursuna gidenler kurslara 1 ay daha mı gidecek? Başlamayan KPDS kurslarında durum ne olacak? Ne olacakkkkk.....


         *Yazar burada, "nereden çıktın", demek istiyor.

3 Ocak 2013 Perşembe

Prof. Dr. Aslı Tunç ile Tez Üzerine Bir Röportaj




            
Hocam öncelikle bu röportajın ana temasını önceden belirlediğimi söylemek isterim. Peki neden bu röportajı sizinle yapmayı istedim? Size buna sebep olan şeyin 5 Mayıs 2012′de II. Disiplinlerarası Medya Çalışmaları Lisansüstü Öğrenci Konferansı’nda yaptığınız konuşma metninin son paragrafıyla ilgili olduğundan bahsetmiştim. İlk soruma o paragrafla ilgili olarak başlamak isterim.

BTİN: Son paragrafta şu ifade yer alıyor: “Benim kişisel akademik serüvenime dönersek… Bugün üniversitedeki odama adımını atıp heyecanla “hocam, okuyorum ama kafam çok karışık” diye yakınan öğrencim olduğunda, “sen mutlaka doktora yapmalısın” diyorum”. Buradan, tespitte kendinizden yola çıktığınızı söyleyebilir miyiz? Bir de “doktora yapması gereken kafası karışık öğrenci” henüz lisans döneminde mi yüksek lisans döneminde mi anlaşılıyor?
A.T.: Akademik yaşamda başarılı olma potansiyeli taşıyan kişi entelektüel merakını içinde her daim taşıyandır kanımca. Öyle verilen her cevaptan tatmin olmayan, adeta ilahi bir öğrenme iştahına sahip genç insan benim gözümde ideal doktora öğrenci adayıdır. “Kafası karışık” olmak, sözünü ettiğin konferanstaki konuşmamda da belirttiğim gibi hiç de öyle kötü ve paniğe kapılacak bir özellik değildir ve çoğu zaman bu lise döneminde bile anlaşılabilir. Ancak ne yazık orta öğretim beyinlerimizi öylesine acımasız bir tornadan geçirir ki bilginin izini sürme heyecanımız amansız bir darbe alır. Eğer orta öğrenimde hala yaralanıp berelenmemiş entelektüel arayışlarımız kalmışsa lisans onları ortaya çıkarmak için doğru bir zaman.

BTİN: Yüksek lisans yapan öğrenci sayısı artıyor. Lisans mezunu öğrencilerin yüksek lisans yapmasını nasıl karşılıyorsunuz? Günümüzde artık bu bir gereklilik mi; yoksa bir an önce iş hayatına atılmak mı gerekir?
A.T.: Yüksek lisans, bence birkaç farklı amaçla yapılıyor. Önce olumsuzlarından başlayalım: Örneğin, lisans eğitiminin zayıflıklarını kapama isteği, korunaklı öğrencilik yaşamını terk edememe ve hayatla yüzleşmeyi geciktirme için bahane yaratma, askerliğe hemen gitmeme gibi pratik nedenler, bazı şirketlerin MBA eğitimini önkoşul haline getirmesi vb. Akademik dünyada ve özellikle sosyal bilimler alanında yüksek lisans doktoraya giden yoldaki bir aşamadır. Adeta dev doktora adımı için ufak bir bilimsel alıştırmadır. Orada öğrenci nasıl tez yazması, nasıl sistematik düşünmesi ve araştırma yapması gerektiğini öğrenir. Bu aşama bence düşünsel bir olgunluk da sağlar. Özelikle sosyal bilimlerde parçaların yerlerine oturması için zamana ihtiyaç vardır. Sadece zekâ yetmez, entelektüel olarak belli bir olgunluk düzeyi için sabır da gerekir.

Öğrencilerim de bana sık sık yüksek lisansın gerekli olup olmadığına ilişkin aynı soruyu sorarlar. Yaşamdan beklentilerine göre bazen onlara hedeflerini ertelememelerini ve iş hayatına direkt olarak başlamalarını öneririm. Ancak bunun herkese uyan tek bir formülü olmadığını düşünüyorum. Kişisel beklentiler, çalışma alanları, girmek istediği alanın standartları belirleyici olabilir. Bu konuda büyük laflar söylemek istemem doğrusu.

BTİN: Bir yüksek lisans öğrencisi tez konusunu belirlemeye ne zaman başlamalıdır?
A.T.: Bir yüksek lisans öğrencisi ilk yılın sonunda zorunlu kuramsal dersler ertesi, kafasında ilgi alanlarını ve peşinde koşacağı soruları yavaş yavaş şekillendirmeli, kendine ve konusuna yakın bulduğu hocalarına danışmaya başlamalıdır.

BTİN: Danışman, öğrencisini mi seçer; yoksa öğrenci mi danışmanını?
A.T.: Öğrenci danışmanını seçer aslında. Bu her ilişki gibi karşılıklı uyum ve birbirini düşünsel anlamda besleme meselesidir. Hoca ile öğrenci arasında heyecan duyulan konular ortak olmalıdır. Danışmanı bu inişli çıkışlı süreçte öğrencinin yol arkadaşıdır. Öğrenci her ayağı tökezlediğinde danışmanın desteğini arkasında hissetmezse bu iş zaten yürümez. Bu bir anlamda psikolojik desteği de içerir. Tez yazmak çok yalnız bir süreçtir; ama danışman bu ürkütücü süreci öğrenci için büyük ölçüde kolaylaştırmakla yükümlüdür. Kolay ulaşılamayan, e-mail’lerine zamanında yanıt vermeyen, randevularına düzenli gelemeyen hocalar danışmanlık yapmamalıdır. Sadece danışmanından geri dönüş alamadığı ve yeterli desteği bulamadığı için tezini bitiremeyen, sayısız kereler konusunu değiştirmek zorunda kalan öğrenciler gördüm. Oysa danışman öğrenci için uçurumun altına serilmiş bir güvenlik ağıdır. Bunu bildiğimden daima tez öğrencilerimin üzerine titrerim.

BTİN: Eğer öğrenci danışmanını seçiyorsa tez konusunu da danışmanına göre mi belirlemelidir? Danışman, öğrencisini seçiyorsa tez konusuna göre mi seçer; yoksa kendi konusunu seçmesi için öğrenciyi yönlendirici bir tutumda mı olur?
A.T.: Öğrenci öncelikle danışmanın çalışma alanını seçer sonra birlikte araştırma sorusunu ve yöntemini biçimlendirebilirler. Öğrenci danışmanına göre konusunu eğip bükmemeli ve tamamen de istemediği bir alana sadece danışmanı yüzünden girmemelidir. Tez yazımı hocaları da besleyen, onları okumaya araştırmaya yönelten bir süreçtir. 

BTİN: Açıkçası biz tez öğrencileri (özellikle yüksek lisans) tez önerisini yazarken konuyu seçsek bile onu sınırlandırmayı beceremiyoruz ve konu başta olduğundan daha başka bir yere gidiyormuş gibi geliyor. Bu soruna karşılık bize önerebileceğiniz bir şey var mı?
A.T.: Bu tüm tez yazan öğrencilerin ortak sorunu: devasa konuyu daraltmak ve üzerinde çalışılabilir bir alan haline getirmek. Öncelikle anahtar kelimeler üzerinden araştırma yapmak ve pek çok benzer akademik makale okumak bunun en büyük sırrı sanırım. İnternetin üzerindeki akademik veri tabanları artık bulunmaz nimet. Eskiden ben elimde indeks kartlarıyla kütüphanede oradan oraya makale ve kitap arardım. Şimdi iki tuşla istediğim makaleyi online veri tabanlarından bulabiliyorum. Tezin hemen başında hafif dağılmak ve daha dolaylı kaynakları taramak sorun değil bence, hatta iyidir öğrenciyi besler. Sorun ana çekirdeği gözden kaçırmamaktır, yine burada çıpa görevi danışmandadır. Yörüngeden çıkıp savrulan öğrencileri geri toparlamak ve asıl soruyu onlara sürekli hatırlatmak gerekir. 

BTİN: Tez konusu seçilirken gündemde olan popüler konular mı seçilmeli? “Kolayda”, elimizin altında olan, danışman hocamızın çalıştığı bir konu mu seçilmeli? Yoksa idealist davranıp kaynak sıkıntısı olan, daha önce çalışılmamış ya da çok az çalışılmış olan ilgimizi çeken bir konu üzerine mi yoğunlaşmalıyız?
A.T.: Zaman kısıtı öğrenciler üzerinde Damocles’in kılıcı gibi sallanırken kaynak sıkıntısı olan konuya yönelmek riskli tabii. Ama tezde orijinallik önemli bir kriterdir. Yüksek lisansta az da olsa alana yazanın katkısı beklenir. Var olan ikinci kaynakları yeniden üretmekle ya da onları parçalı battaniye gibi birbirine teyellemekle tez olmaz. İlk kriter konuya öğrencinin ilgi duyması, sonra da onun yapılabilir olmasıdır. Ben sürekli tez yazan öğrencilere araştırma sorusunu tek cümleyle anlatmalarını isterim. Öncelikle soruyu kristalize etmek çok önemlidir. Sonra bu soru yazan için neden önemlidir? Hep onlara “so what?” (Peki bu soru neden umurumuzda olmalı?) sorusunu sorarım. Bunun yanıtını vermek ise öyle göründüğü gibi kolay değildir. Zaten öğrenci doktoraya devam etmek istiyorsa ve içinde akademide yol alma aşkı varsa kolaya kaçamaz, kaçmamalıdır. Evet, yüksek lisans tezi hayatınızın eseri olamayacaktır kuşkusuz; ama yine de bu tez araştıranın potansiyeli için önemli bir göstergedir. 

BTİN: Siz kendi tez öğrencilerinizle tez yazma süreci içerisinde nasıl bir tutum sergiliyorsunuz?
A.T.: Ben idari görevim, ağır ders yüküm vs. de olsa tez öğrencilerime öncelik vermeye çalışırım. Daha önce de belirttiğim gibi danışman bir anlamda öğrencinin terapistidir de. Bazen tezi bırakıp öğrencinin kendine olan güvenini tekrar kazanması için uğraştığım sayısız seanslar oldu. Günün sonunda aynı yollardan hepimiz geçtik. Bu noktada her şeyden önce öğrencinizle sağlam bir insani ilişki kurmanız önemli. Örneğin, benim yüksek lisans düzeyinde çok talihsiz anılarım olmuştur. Bir danışmanın nasıl olmaması gerektiğini gördüm. Bu kötücül insanları görmek beni akademik dünyadan soğutmuştu o dönem. Sırf bu yüzden doktorayı Türkiye’de yapmamaya yemin ettim ve 1996’da arkama bile bakmadan ABD’de doktora yapmaya gittim. Benim o dönemde yaşadığım sıkıntıları bugün hiçbir öğrencimin yaşamasına izin vermem.

BTİN: Bir yüksek lisans tezi ortalama ne kadar sürede biter? “Yüksek lisans tezi 2 haftada yazılır” efsanesi doğru mudur?
A.T.: Yüksek lisans tezi 2 haftada yazılamaz, yazılan o şey de tez falan değildir zaten. Yalapşap, özensiz, yüzeysel şeyler yapmak marifet değil. Ortalık bu yüzden seviyesi düşük yazılı malzemeden geçilmiyor. Yıllar geçtikten sonra yüzünüz kızarmadan sayfalarını çevirebileceğiniz ve eşinize dostunuza gösterebileceğiniz bir eser olmalı teziniz. Tezin yazım aşaması öncesi ciddi bir okuma ve araştırma süreci gereklidir. Yazım ise sizin ifade gücünüze bağlıdır. Bence 3-4 ayda yazma süreci tamamlanabilir.

BTİN: Bazı enstitülerin yüksek lisans tezini kabul şartlarında, yüksek lisans teziyle birlikte tezinden yola çıkarak hazırlayıp yayınlanmasına kabul ettirdiği bir akademik çalışması olması, şartı getirilmiş. Sizce böyle bir şart yüksek lisans tez öğrencisi için bir zorunluluk olmalı mı?
A.T.: İyi niyetli bir şart olsa da biraz iddialı bir çıta bu. Zorunluluktan çok bir hedef olmalı kuşkusuz; ama saf akademik kaygılar doktora düzeyinde devreye girer.

BTİN: Her yüksek lisans ya da doktora öğrencisi için bilimsel yayın yapma durumu sizce ne olmalıdır? Bunu fırsat buldukça yapmalılar mı? Yoksa belirli bir ölçüde mi tutmalılar? Bilimsel çalışmalardaki nitelik mi önemli nicelik mi, konusuyla ilgili fikirlerinizi öğrenmek isterim.
A.T.: Doktora öğrencisi artık akademiyanın bir adayıdır ve hocalarla ortak araştırma yapmak ve makale yayınlamak kesinlikle beklentiler arasındadır. Ancak nitelikli ve hakemli bir dergi için yayına kabul süreçleri uzun ve sancılıdır. O nedenle peş peşe üst düzeyde makale yayınlamak zaten bir öğrenci için gerçekçi değildir. Ben ABD’deyken doktora danışmanımla birlikte konferanslarda tebliğ sunardım; hatta kendi izleyiciler arasında oturup dinler, kürsüye beni çıkartırdı.  Daima beni ortak makaleler yazmak ve sunmak için yüreklendirirdi. Bence yapılması gereken doğru tavır da aynen böyle yani ortak akademik üretim olmalı. Vesileyle burada sevgili tez danışmanım Prof. John A. Lent’i de minnetle anmış olayım.