25 Nisan 2012 Çarşamba

Okan da Bizi Görsün!


Okan Bayülgen’i çocukluğumdan beri tanırım. Nerdeyse evimize renkli televizyon girdiğinden beri var. Önceleri çocuktum, adamın biri gece yarısı “Uçurdum sizi” diyerek telefonu arayan izleyicinin yüzüne kapatıyordu. Ne yaptığını anlamlandıramıyordum. Öyle deyince ne oluyor falan, diye düşünüyordum, telefondaki uçuyor mu, bir yere mi gidiyor... Zaten tek hatırladığım o söz ve ayaklı mikrofonu sürekli yere yatırıp kaldıran bir adam. Hiçbir zaman programın tamamını izleyemedim. Zaten anlamıyordum da…
Sonra baktım ki yıllar içinde bu adam iyi kötü her yıl program yapmaya başladı. Hep de gecenin bir körü başlayan programlar. Bense hep öğrenciydim. Kimi zaman zorlayarak kimi zaman sonuna kadar olmasa da ucundan kıyısından izledim programları. Okan’ın programları, bende hiçbir zaman bağımlılık yapmadı, hiçbir zaman programı aramak gibi bir hevesim olmadı.
Kâh her yıl değiştirdiği program formatlarını beğendim kâh beğenmedim aylarca eleştirdim; ama yine de izlemeye devam ettim. Zamanla duruldu ve “uçurmadığı” telefonlar bağlandı. Evet, arayanlar hep aynı; ama Okan değişti.
Şimdiyse tez yazıyorum. Bu yılki formatlardan “Muhallebi Kralı”nda arada ilgimi çeken konu ve konuklar oluyor. Lakin ne yapalım, öğrencilik devam ve tez yazmak meşakkatli! Salon ve odam arasında mekik dokuyup sadece kısa molalarda kafa dağıtmak için gidip izleyebiliyorum.
Neden Okan bizi de görsün, diyorum? Çok şükür büyük bir derdimiz yok. Nitekim bu tezi yazabiliyorsak az çok sağlıklıyız, tabi tez bizi bozmazsa! Ama olsun bizim de kendi çapımızda dertlerimiz, sıkıntılarımız, uykusuz geçen gecelerimiz var. Sabahlar öğlen olmuş, geceler gün… Okan arada Twitter’a girip çıkıyor, ben hala netteyim. Adam televizyona gidiyor işi için ben hala bilgisayar başında tez yazıyorum. Bu rutinde bizim de kendimize göre problemlerimiz var. Geçen gün Twit attım benim de blog’umu paylaşsın, diye. Sanırım ilgisini çekmedi. Napalım! Büyük dertler değil bizimkiler. Olsun, bu yazıyı yazıyorum, yine kendisine göndereceğim. Nasılsa bir kere rezil olduk paylaşmayınca, bundan sonra da olsak ne yazar… Bir de gördüm birisi araştırma anketini Okan’a mention atmış, ona da bir ses vermedi. Demek ki tez yazarı olmanın bir çekiciliği yok.
Sonuç olarak diyorum ki biz Okan’ı yıllardır görüyoruz Okan da bizi görsün!

14 Nisan 2012 Cumartesi

Danışmanların Aslında Söylemek İstedikleri


Şimdi tez danışmanın belli oluyor, gidiyorsun yanına… Artık önceden tanıyorsan biraz daha samimisin; ama pek de tanımıyorsan içinden “Öff geçen yıl ders döneminde bir dersini alsaydım bari tanışmış olurdum falan” diyorsun. Neyse zaten bunlar senin benim kuruntum. Onun üzerinde bir etkisi yok. He belki şey diyebilir “Seni önceden tanıyordum iyi oldu, bık bık bık” Sanki tanıyor da bir şey mi oluyor? Hayır.

Asıl sen hocayı ne kadar tanıyorsun o önemli. Lisansı aynı okulda okuduysan yine iyi; ama ya dışarıdan geldiysen… Vay haline! Deneme tahtası gibi o hoca senin bu hoca benim gez dur.

Danışmanı anlamak için önce tanımını yapalım: Danışman, sürekli “Aslında o öyle değildi böyleydi”, “Sen yanlış anlamışsın” diyen kişidir ve siz asla doğruyu anlayamazsınız. Bu süreç, şu hayatta kendinizi sorguladığınız ender anlardan biridir. “Kimim lan ben”e kadar gidebilir. Sakin olun. Şimdi bu “bilirkişiler” aslında ne demek istiyorlar, deneyimlerimden ve gözlemlerimden yola çıkarak gruplandırmak isterim:

1.      Danışmanı aradınız ve uygun olan bir zamanda görüşmek istediniz. Danışman da size bu hafta değil ama haftaya olabileceğini anlatan şu cümleyi kuruyor: “Bu hafta değil; ama haftaya olabilir. Şu an programım önümde değil, pazartesi tekrar konuşalım”. Halbuki zaten sen de pazartesi, bilemedin Salı aramışsındır. Neyse buna takılmayalım aslında danışman ne demek istemiştir, ona bakalım. “Şimdi senle görüşemem pazartesi beni ara, belki canım ister”. Burada asıl dikkat edilecek nokta, içten “Ulan, o beni reddetti, pazartesi için beni arayacak olan o olmalı” diye gereksiz nezaket beklentisine girmeyin, nitekim bir hafta da oradan kaybedersiniz.

2.      Danışmana bir şey sordunuz ya da yaptığınız bir şey kontrol etti ve sizi yanına çağırdı, dedi ki “Bu yaptığın/yazdığın şeyde çok hata buldum. Sen bunları yapmazdın. Ben sana inanıyorum, akıllısın, zekisin, daha iyisini yapabilirsin”. Hemen şımarmayın, derin bir nefes alın, aslında diyor ki “Ya git bunu düzelt, bana vermeden önce hiç mi kontrol etmedin, git daha düzgününü yap da beni yeniden meşgul etme!”

3.      Danışman ilk görüşmede… “Bana mail attıktan sonra mesaj at, haberim olsun. Ben her zaman mail’lerime bakmıyorum. Her zaman bilgisayar başında oturamam ki…”

Bir ay sonra… “Aramana gerek yok mailleşiriz”.

2 ay sonra… “Mail atmışsın, arasan daha iyi olurdu”.

Bu 3 diyalogdan anlıyoruz ki telefonla bire bir sesli görüşme randevu almak için ya da bir soru sormak için en iyi yöntemdir.

4.      Danışman sürekli “Bu hafta çok yoğunum” derse bunun birkaç karşılığı olabilir: “Ya bu hafta dersleri 2’de bitireceğim, sonra da eve giderim”. “Bu hafta dersim yok, okula gelmem”. “… gününü boşalttım, o gün tatil”.

5.      Bir de danışman derse “Ooo… çok geç kalmışsın şimdiye tezi yazmaya başlaman gerekirdi”.

2 ay sonra “Çok hızlı gittin, acelemiz yok”.

Bu iki cümleden anlıyoruz ki 3. cümle “Bak çok yaydın, n’apıyorsun, bu tez, bu dönem bitmez!” olabilir dikkat edilmelidir!


Sonuç olarak danışmanının dediğini de yaptığını da önce düşün, sonra yap. Övgülere kapılma, rahat ol, işine bak, tezini bitir…

7 Nisan 2012 Cumartesi

Tez Danışmanları Olmasa Şimdiye Bu Tezler…


           Tez danışmanını seçebilmek her öğrencinin tercihine mi kalıyor, bilmiyorum. Bazı okullarda hoca öğrenciyi, bazılarında öğrenci hocayı, bazılarında da tesadüfi oluyor sanıyorum.

            Danışman çok mu önemli? Aslında evet çok önemli sayılır; ancak diğer taraftan da hiç önemi yok! Yani “ben kendim yapamam, benle sürekli iletişim halinde biri olsun; yoksa ben sayfalarca tezi nasıl yazarım?” diyen biriyseniz size “çok ilgili ve bilgili” bir danışman gerek. “Ben her şeyi zaten biliyorum, danışmanı arada görsem de olur; kısaca, gölge etmesin başka ihsan istemem” diyorsanız size sadece “ilgili” bir danışman gerek.

            Nitekim insanın her istediği olamıyor… Danışman ilk seçenekteki gibi olsa zamanla “ulan, hiçbir şey bilmiyor bu” egosuna kapılarak sizi ezmeye ya da sürekli kuralları değiştirmeye ya da sizi görmezden gelmeye başlayabiliyor. Danışman ikinci seçenekteki gibi olursa o zaman da sizi “her şeyi bilen bir ukala” olarak görüp kendi otoritesini kanıtlamak adına yine ilkindekine benzer şeyler yapabiliyor. Aslında her durumda danışmanın egosu devrede… İşi biraz ciddiyete dökersek, aslında danışman sizin konunuza biraz da olsa hakim, biraz anlayışlı, biraz duyarlı, azıcık da egosunu arka plana atabilen birisi olabilse ve en önemlisi sizi anlamaya çalışabilse, her şey tamam!

            Son olarak anne sözü dinlenmeli: “Kavun değil ki bu…”

            Not: Bu yazı danışman olup da aynı zamanda biraz vicdanı olanları tenzih eder!

            Son not: Bu yazıda danışmanlara “doyamadım” ya da “hırsım dinmedi”. Bu yüzden de danışmanlarla ilişkiler nasıldır, nasıl olmalı vs. ile ilgili şeyler bir sonraki yazıya kaldı.